Hasan Ukdem
Hasan Ukdem Huzura yumuşak iniş

Huzura yumuşak iniş

Esnek olmayan bir organımızı kullanamayız, yumuşaklıktır ki canlı olduğumuzun göstergesidir. Katılaştıkça hayattan uzaklaşırız. Bu fiziki olarak da duygusal anlamda da böyledir. Dünyaya öfkeli bakanlar önce kendilerinden başlayarak etraflarını tüketmeye başlarlar. Esnek bir bakış açısına sahip olanlar ise yine kendilerinden başlayarak etraflarını rahatlatır ve güzelleştirirler. Kışın toprağı serttir ve doğa bir nevi ölümü yaşar. Ancak bahar gelince toprakta bir yumuşama ve canlılık meydana gelir, hayat üremeye geçer.

Çağdaş yaşam sanıldığının aksine katı kurallarla sınırı çizilmiş acımasız bir dünyayı dayatıyor insanlığa. İş hayatı çalışma saatlerinden başlayarak çalışanları çağdaş köleler haline getirirken, toplumsal hayat ise herkesi herkesle bir yarışa sokarak, adeta kolezyumlarda ölümüne dövüştürülen gladyatörler halline getirilen insanlardan oluşturularak kapitalizmin öğütücü değirmenine su taşıtılıyor. Merhametsiz bir beşeriyetle dünya her geçen gün biraz daha yaşanmaz hale getiriliyor.

Takovski bu konuda bakın neler söylüyor: “Diyelim ki planlanan her şey gerçekleşti. Şimdilik inanalım onlara. Ve kendi tutkularına bırakalım gülsünler. Çünkü onların tutku dedikleri şey gerçekte birtakım duygusal enerjiler değildir, aksine kendi ruhları ile dışsal dünya arasındaki çatışmadır sadece. Ve en önemlisi, bırakalım onları, kendilerinden hoşnut olsunlar. Çocuklar gibi bırakalım biçare olsunlar. Çünkü zayıflık büyük bir şeydir ve dayanıklılık da hiçbir şey. Bir insan tam da doğduğu zaman zayıf ve esnektir. Öldüğü zaman ise sert ve duyarsız. Bir ağaç büyüdüğü zaman narin ve esnektir. Ama kuruduğu ve sert olduğu zaman ağaç ölür. Sertlik ve dayanıklılık ölümün yoldaşlarıdır. Esneklik ve zayıflık varlığın taze ve canlılığının ifadeleridir. Çünkü katılaşanlar asla kazanamayacaklardır.”

Hayatı bu katılıktan arındırmak ve insanları acımasız yarışın içinden çekip almak gerekiyor bir an önce. Bunun içinse insanların kurallarından sıyrılarak Allah’ın kurallarına iltica etmek gerekiyor. Dünyaya bu kadar meyletmek, rızık için bu kadar endişelenmek ve kardeş gözüyle bakılması gereken diğer insanlara rakip gibi davranmaktan beri durmak lazım. Abdulkadir Geylani şöyle nasihat ediyor: “Evladım nasibini aramak için kendini zora koşma. Unutma ki onu aradığından çok o seni arar ve bulur” evet, rızkın bir kefili var ve biz ne kadar çalışırsak çalışalım O’nun takdir ettiği kadarına erişebiliriz ancak. Bu demek değildir oturalım hiçbir şey yapmayalım. Tabi ki öyle de değil. Ama bunun için kendimizi yıpratmaya, etrafı yıkıp dökmeye, insanları üzmeye değmez.

“İki oduncu ağaç kesiyormuş. Birinci adam sabah erkenden kalkıyor, ağaç kesmeye başlıyor, bir ağaç devrilirken diğerine geçiyormuş. Gün boyu ne dinleniyor ne yemek için vakit ayırıyormuş. Diğer adam ise arada dinleniyor, hava kararmaya başlayınca eve dönüyormuş. Bir hafta sonra kaç ağaç kestiklerini saymışlar. İkinci adam daha fazla ağaç kesmiş. Birinci adam öfkelenmiş, ‘Bu nasıl olabilir? Ben daha çok çalıştım. İşe erken başladım, geç bitirdim. Ama sen fazla ağaç kestin. Böyle bir şey nasıl olabilir? Bir yanlışlık olmalı’ demiş. İkinci adam tebessümle ‘Ortada yanlışlık yok, sen durmadan çalışırken ben arada dinlenip baltamı biliyordum. Keskin baltayla daha az çaba gösterip daha çok ağaç kesilir’ demiş.”

İşte hayatın iki şifresi bunlardır. Katılıktan vazgeçmek ve yaptığın işin ilmini bilmek. Allah insana kullanması için iki güç vermiş bunun birisi fizik diğeri akıldır. Aklını iyi kullanan insan doğruya yakın durur. Akıl sanıldığının aksine beyinden değil kalpten yol bulur. Günümüz aklı beyinden yola çıkarıldığı için insanları katılaştırıyor ve yaşamdan çok ölüme yakın duruyor.

“Çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi. Yiten bu işte!” Nilgün Marmara eşi Kağan Önal’a yazdığı bir mektupta böyle söylüyor. Hem Nilgün hanımın bu sözünde hem de Tarkovski’nin yukarıda yaptığımız alıntısında çocukluk vurgusuna dikkatinizi çekmek isterim. Yitirdiğimiz çocukluğumuz ve masumiyetimiz bizi katılaştırmış durumda maalesef. Psikologların sorunu çözmek için çocukluğumuza inmek istemelerinin temelinde de sanırım bu var.

Güne saplanıp kalmaktan, hırsın esiri olmaktan ve öfkenin çemberinden kurtulmadan insanlığın huzura kavuşması mümkün görünmüyor. Bu sebepledir ki kâinat kitabının koyduğu kurallara dönüş yapmak gerekiyor. Kapitalizmin ve dünya düzeninin dışına atmamız lazım kendimizi. Katılıktan ancak böyle geçebiliriz yumuşaklığın iklimine.

Sevgiyle kalın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Ukdem Arşivi