Hepimiz Köleyiz!
Bu devirde çevremizden duyduğumuz ve dahi kendi hayatımızda da sıkça yaşadığımız bazı üzücü olayların sadece ikisinden bahsetmek istiyorum: suistimal ve yalan.
Hayatımızın birçok alanında yaptığımız birçok iyiliğin suistimal edilmesi, bu istismarların insanoğlunu zaman zaman ümitsizliğe hatta bazen de kötülük yapmaya kadar götürdüğünü görüyoruz.
Maalesef iyi insanların artık iyilik dahi yapmak istememeleri, bu tarz insanların artmasından ve onlardan yedikleri darbelerden usanmalarından mütevelli. Tam da şu temsil geldi aklıma: Zamanın birinde bir adam, cins bir at almak ister. Tabii at çok pahalıdır. O atı almak için gurbete gider, çalışır, kazanır ve nihayetinde memleketine dönüp hayaline kavuşur. Dünyalar onundur artık. Atına atlayıp köyüne doğru yol alır. Bir su kenarında sofrasını kurar ve yemeye başlar. O sırada gariban görünümlü biri yanaşır ve aç olduğunu söyler. Atın sahibi, adamı hemen buyur eder sofraya. Fakat misafir aç ya da gariban değildir aslında. Atın sahibinin bir anlık dalgınlığından faydalanıp ata atladığı gibi oradan uzaklaşmaya başlar. Atın sahibi toparlanıp hırsızı yakalamaya çalışır ama nafile! Neticede şu cümleler dökülür: “Soframa oturdun, ekmeğimi böldün, katığıma ortak oldun. Helal olsun hiçbirinde değilim! Atımı çaldın, o da helal olsun, onda da değilim! Lakin merhametimi öldürdün, işte buna yanarım!”
Bu hikâyeyi anlatırken aslında iki uç noktadaki iki insan tipine ikazım var: Atın sahibi gibi merhametten vazgeçmemek ve insanları merhametten koparacak zalimlik yapmamak! Üç günlük dünya için kendimizi ateşe atmayalım!!!
“Birbirinizin malını haksız yollarla yemeyin. Başkalarına âit bazı malları, günah olduğunu bile bile haksız yolla yemek için mevki ve makam sahiplerine rüşvet vermeyin.” (Bakara Sûresi / 188. Âyet)
Gelelim bu suistimallerin kaynağına! İnsanlar yalanı gündelik hayatlarında kendi çıkar ve menfaatleri uğruna -evvela zihinlerinde masumlaştırarak- pembe yalan, beyaz yalan güzellemeleri yaparak maalesef insanlığı tarifi mümkün olmayan bu ihanetle karşı karşıya bırakıyor!
Yalanın pembesi, beyazı yoktur; yalan, yalandır ve insanın kendisini mahveder. Yalan öyle sinsi bir hastalıktır ki önce insanın dilinde başlar, oradan kalbine iner ve tüm benliğini kaplar. İnsanoğlu gündelik hayatının çoğunu yalan söyleyerek geçirmeye başlar. Hatta bu hastalık insanı esir aldığı zaman “en küçük bir durumda bile” insan kendini gayri ihtiyari yalan söylerken bulur.
“Yalan ve iftirâyı meslek hâline getiren ve günaha düşkün olan herkesin vay hâline!” (Câsiye Sûresi / 7.Âyet)
Yalan adlı bu sinsi hastalık; aynı zamanda insanın edebini, hayasını ve dahi tüm güzel ahlakını elinden alır. Yerine fitne, dedikodu, iftira özetle ne kadar kötü huy varsa onlar zuhur etmeye başlar!
İşte yalan ağza yuva yaptığı an, gider elden edep; gelir yerine edepsizlik! Yalan batılın kalesine kendimizi hapsetmek; dürüstlük, hakkın yolunda hür yaşamaktır!
Nahile iyilik yapmak, iyiliğe zulümdür. Ehil olmayan bir insana iyilik yapmak bile tehlikelidir çünkü o iyilik; sana istismar olarak, belki zulüm olarak geri döner. Neticede “Ehline denk gelmeyen her şey ziyan olur. Can da inci, mercan da...” demişler! Ehil olmayanın ziyanı aslında kendinedir ancak o batarken oluşan girdap cana ya da inci, mercana zulüm oluyor aslında! Gelir senden yalvar yakar yardım ister, arkasını döner, dünyalık peşinde koşar! Senin gölgene geçip bir anlamda ismini cismini kullanarak çevre sahibi olmaktır derdi, yani olduğundan fazla görünmek ihtirası vesselam! Bu girdap hangimizi içine çekmez?
Bilmez ki din tevazu ve tevekküldür. Oysa hep dünyalığının peşindedir o! Mevki peşindedir, hayal peşindedir, vehmiyle çerçevelediği iştihalarının peşindedir. Bir şey elde edemez!
Hepimiz kalın kalın zincirlerle, kuvvetli kuvvetli bağlarla hakka bağlıyız! Hakka esiriz! Doğruluğa, dürüstlüğe esiriz! Doğruluğun mahkûmuyuz! O hâlde hepimiz dosdoğru olmak zorundayız! Başka türlü yapamayız. DOSDOĞRU OLMALIYIZ!
YALANDAN kaçmaktan ayrılmayacaksın!
Yalandan kaçmaktan ayrıldın mı Allâh’ın(cc) es Semi Esmâsını inkâr edersin:
“Allâh(cc) duymuyor, ben bu YALANI yapacağım!” diye.
İslâmiyet’te en büyük fenâ şey, YALANDIR!
Allâh’ın(cc) her yerde hazır ve nazır olduğunu, duyduğunu, gördüğünü inkâr ediyorsun demektir.
İşte şirk. Şirki celîi!
Bu götürür insanı!
Bunu haberin olmadan yaparsan son nefesinde sana Kelime-i şehadet söyletmezler, GÜMBÜRTÜYE GİDERSİN! (Dr. Münir Derman)
Hepimiz hakka uymaya mecburuz. Hakka uymama serbestliğine ve hürriyetine sahip değiliz. Bu anlamda hiçbir zaman hür değiliz! Bağımlıyız! Köleyiz! Neye köleyiz? Hakikatin ve gerçeğin kulu kölesiyiz!
Hakkı söylemediğimizden dolayı bozuluyoruz! Hakkı söylemediğimizden, konuşmadığımızdan batılın karşısına çıkmadığımızdan dünya yaşanmaz hâlde! Edepliler, en azından edepsizler kadar aktif olmadığından nizam bozuluyor, huzur bozuluyor, asayiş bozuluyor. Haksızlıklar, arsızlıklar, zulümler alıp başını gidiyor. Halbuki biz kalabalığız; yani hakkı seven, tutan insanlar ekseriyetteyiz!
Doğruyu söylemekten korkmamalıyız, hakkı tutacağız, Allâh’a(cc) tevekkül edeceğiz. Allâh(cc) doğruların yardımcısıdır!
“Allâh, doğruluktan ayrılmayanları mutlaka belirleyecek, yalancıları da kesinlikle ortaya çıkaracaktır.” ( Ankebüt Sûresi / 3. Âyet)
Bu yalanların, bizde açtığı yaraların, yapılan suistimallerin panzehiri mutlaka vardır. İslam’ın nurunun mayaladığı Anadolu irfanı yani özümüz bunları aşmaya yeterlidir. Nasip olursa inşaAllâh bu konuya da haftaya girelim ve çözümü görüp hayatımıza uygulayalım!
Cenab-ı Hak; sözümüzü, özümüzü ve dahi nefesimizi her daim dürüstlük ile haşreylesin!
Selâm ve duâ ile…