Hangi normale geri döneceğiz?
Koronavirüsün hayatımıza kattığı yeni kavramlardan birisi de normalleşme oldu. Artık eskiye dönmemiz mümkün değil, yeni normale uyum sağlamalıyız. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak gibi kesin ifadelerle insanın içini karatmakla meşguller. Sanki mart ayının başında ülkemiz, yılbaşında dünya çok normalmiş gibi... Normalleşelim derken önce bunun adını koymalı, hangi normalden bahsettiğimizi açık bir şekilde ifade etmeliyiz. Tabi ki neden bahsettiğimizin farkındaysak...
Kusura bakmayın ama gerek ülkemiz, gerekse dünya zıvanadan çıkalı çok oldu. Birikim, gelenek, görenek, faydalı, zararlı vb. eklenebilecek onca farklı kavram unutularak teknolojik olarak da anı yaşama hevesine kapıldığımızdan beri gerçek normali unuttuk. Yılların birimiyle oluşan değerleri sanki modası geçmiş kıyafet gibi bir kenara atmamız normal karşılanır oldu. Çağımıza hız ve haz çağı deniyor ya elbette bunun da bir sonu olacak, insanoğlu bir noktadan sonra bundan da sıkılacaktır, sıkıldı da... Sadece teknolojinin gündelik hayatımıza etkisi bile eskisi gibi normale dönemeyeceğimizin bir kanıtı. 2000 yılının normali bile bugüne göre çok anormal görünüyor. Bırakın 20. yüzyılın başını ortasını, sonunu... Son on yıllık süreçte bile artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Tam tersi eski olan demode bulunuyor, burun kıvrılıyor. Eskiyi beğenmiyoruz da yeniye uyum sağlayabildik mi?
Ülkemizin yeni ile ilişkisini en iyi gecekondular inşa ederek sözde şehirlileşme sürecimiz üzerinden anlatabiliriz. Hani 50-60'lı yıllardan itibaren İstanbul'da başlayan gecekondulaşma süreci şekil itibariyle kentsel dönüşümle 50 yıl sonra şehre uygun hale geldi. Ruhsal manada ise şehirleşme hâlâ gerçekleşmedi, köy geleneği İstanbul'un göbeğinde devam ettirilmeye çalışılıyor. Bizim yeni ile ilişkimiz de oturmadı, oturması inşallah yine bir 50-60 yılı bulmaz. Teknoloji iyi hoş. İnkâr edelim, kullanmayalım demiyorum. Lakin teknolojiyi ne kadar kendimizin, ülkemizin yararına kullanıyoruz, ne kadar lüzumsuz şeyler için. Bu sorunun cevabı vermek için lüzumlu nedir, lüzumsuz nedir ona karar vermek lazım. O da herkesin kendine göre düşünmesi gereken bir mesele. Neticede köşe yazısı yazıyoruz, felsefi metin değil...
Her alanda teknolojinin olumlu ve olumsuz etkisi konusunda örnekler verilebilir. Biz çuvaldızı kendimize batırıp basın alanından verelim. Herkes kendi mesleği, aile ve arkadaşlarıyla ilişkisinde teknolojinin etkisini düşünsün. Gelişen bilgisayar ve internet teknolojisi basına çağ atlattı, işimiz çok kolaylaştı. Bunu inkâr edemeyiz. Lakin sürat felakettir düsturunca bir süre sonra basınımızda yoldan çıktı. Genel ilkeler, normaller unutuldu. Ajanslardan gelen haberlerin başlık ve fotoğrafları değiştirilmeden, imlâ ve noktalama hataları bile aynı şekilde verilir oldu. Çünkü hız önemliydi. Çoğu zaman haberler bile teyit edilmesi beklenmeden yayımlanıyor. Böyle olunca gazetelerimizin içeriği zayıfladı, her geçen yıl yazılı basının bitmesi için bizzat gazeteciler üstün gayret gösterir oldu. Tirajların durumu ortada.
Tamam yazılı basın bitsin, internette devam edelim diyeceğiz ama... Orası da aynı gecekondu örneği gibi felaket. Adam gibi habere ulaşmak için kırk kez tıklamak gerekiyor. Özellikle ulusal gazetelerin internetten sitelerinde bir haber okumaya çalışırken küfretmediğim bir zamanı hatırlamıyorum. Yerellerimiz fena değil ama ajans haberini olduğu gibi kopyalayıp, yapıştırırken ajansın gazeteye notu olan "fotoğraflı" ibaresini bari çıkarsalar fena olmayacak. Başlık değiştirmek, yeni spot yazmak falan artık yeni normalde lüks. Ne onunla kaybedilecek vakit var, ne de onunla uğraşması gereken elemanı istihdam edecek bütçe. Her şey olduğu kadar oluyor. Yeni normalimizin ismini olduğu kadar koyabiliriz. Teknoloji hızı ve seri üretimi, seri üretim ise kalitesizliği artırdı. İnsanın ömrü uzarken, eşyanın ömrü ise kısaldı. Gerek elektronik aletler, gerekse evimizde kullandığımız diğer eşyalar ortalama 5-6 senede bir değişecek şekilde üretilir oldu. Zaten eskimese de o süre zarfında sıkıldığımızdan değiştirir olduk.
Bizden sürekli değişmemizi, değişimdeki mantıksızlığı sorgulamamamızı bekliyorlar. Bir şey diyecek olursan eski kafalıdan başlayıp, çağa ayak uyduramamaya kadar gidiyorlar. Bizim felsefemiz ise bellidir. İsmail Kara Hocamızın deyimiyle "Eski usul iyidir; usul ne kadar eskiyse, o kadar iyidir."