Halep’e Dönüş Ve Vatan Hasreti Sahnelerinin Hatırlattıkları
Emperyal güçlerin yaklaşık dokuz yıl önce Suriye’yi bölmek için başlattıkları “Arap Baharı” süreci sonrası, katil Beşar Esat’ın varil bombalarından ve onun açtığı alanlara yerleşen PKK zulmünden kaçan Halepli ve Tel Rıfatlı Arap kardeşlerimiz, bugünlerde vatanlarına kavuşmanın sevincini yaşamaktalar. Bilindiği gibi muhaliflerin toparlanıp yeni bir operasyonla PKK güçlerini Tel Rıfat’tan ve rejim askerlerini de Halep’ten çıkarmaları neticesinde, dokuz yıldır vatanlarından ayrı olarak güvenli bölgelerde ve Türkiye’de mülteci olarak yaşamak zorunda olan bu mazlumlar yıkık, dökük, harabe demeden memleketlerindeki evlerine dönmek için yollara koyuldular.
Hemen her TV kanalında gösterilen bir sahne var ki, kalbinde biraz vicdan olanın gözünün yaşarmaması mümkün değildir. Harabeye dönmüş evlerinin önünde iki kardeş karşılaşınca, birbirine hasretle sarılması ve yere yuvarlanıp dakikalarca gözyaşları içinde hasret gidermeleri gönülleri dağladı. Vatan hasreti, akraba hasretiyle beraber yaşanınca onun acısı daha da derin oluyordu. Bu sahneleri TV kanallarında görünce vatan ve vatanını seven evlat yetiştirme konusunda bir şeyler yazma ihtiyacını hissettim.
Suriye’de yaşanan bu dramatik sahneler “Vatan sevgisinin fıtrî olduğu” yani “Doğuştan Yüce Yaratan tarafından insanın genlerine kodlandığı” gerçeğini ortaya koyuyordu.
Gerçi “Hadis” diye bilinen “Vatan sevgisi imandandır” şeklinde halk arasında yaygın bir söz vardır. Fakat bu sözün Peygamberimize ait olmadığını Hadis otoriteleri şöyle beyan ediyor: “Hadisçilerin rivayet ilimleri açısından haberi beğenmedikleri anlaşılmaktadır. Sağânî, Beyrûtî ve Elbânî, rivayetlerin mevzu/uydurma olduğuna hükmetmişlerdir. Elbânî, ona uydurma demekle yetinmemiş, manasının da doğru olmadığını ilave etmiştir. Ona göre vatan sevgisi, mal ve canı sevmek gibi fıtrîdir. Ayrıca vatan sevgisi imanın gereği değildir. Çünkü Mü’min-kâfir herkes vatanını sever.” (Prof. Dr. Muhittin Uysal, Tasavvuf Kültüründe Hadis, s.405).
Rasûlullah (sav) de Mekke’den Medine’ye hicret ederken Kâbe’nin yanına gelmiş ve ona bakarak vatan sevgisini şöyle dile getirmişti:
"Allah'ın yarattığı mekânlar içinde en çok sevdiğim yer sensin. Eğer buranın halkı beni (zorla) çıkarmasaydı, ben kendiliğimden çıkmazdım." (Heysemî, Mecmau‘z-Zevâid, 3/283).
Aslında vatan, kişinin inancını hayata hâkim kıldığı toprak parçasıdır. Müşrikler, Rasûlullah’ın davetini engelleyip kendisine eziyet vererek Mekke'den çıkmaya mecbur bırakmışlar, Mekke’yi Allah’ın hükümlerinin hâkim kılındığı bir vatan haline dönüştürmesine imkân vermemişlerdi.
Peygamberimizin (sav) bu sözü söylemesinin sebebi öncelikle atalarından olan Hz. İbrahim'in yaptırdığı Tevhidin mabedi Kâbe’nin burada olmasından dolayıdır. Ayrıca doğup büyüdüğü vatanı olan Mekke'den ayrılmak da ona ağır gelmiştir. Fıtrî olarak vatan sevgisini işte böyle dile getirmişti.
Bizzat ben de iki yıl Fransa, üç yıl da Hollanda olmak üzere toplam beş yıl vatandan ayrı olarak yaşadım. Orada da güzel Müslümanlarla karşılaştım. Ama vatan bir başkadır.
Bayram dolayısıyla Kapıkule’den giriş yapan gurbetçilerden bir bayan kardeşim, kendine uzatılan mikrofona şu anlamlı sözleri söyledi: “Vatanın kıymetini iyi bilin. Bizim gibi gurbette olsanız bunu çok güzel anlarsınız. Bir takım ekonomik ve sosyal sıkıntılardan bahsediyorsunuz. O sıkıntılar sadece sizde değil, bizde de var. Karı-koca çalışanlar ancak iyi geçinebiliyor. Yoksa sosyalden yardım almak zorunda kalıyoruz. Bunlar bahane olmamalı. Vatana sahip çıkın, birlik ve beraberlik içinde bunlar aşılır.”
Vatan özlemini en içten dile getiren bu sözler, fıtratı bozulmayanlar üzerinde çok etkili iz bırakır ve duygulandırır.
Yurt dışındaki gurbetçi vatandaşlarımızın bu duyguları diri tutmaları için çocuklarını, bulundukları ülkelerin kültür ve değerlerine teslim etmemeleri gerekir. Ben bazı gurbetçi ailelerin çocuklarının Türkiye’ye gitmek istemediğini, gitse de tatil beldelerini tercih ettiklerini kendi ağızlarından dinledim.
Ben bunu, o çocuğa Türk tarihi ve bizi “biz” yapan değerleri korumak için yapılan Çanakkale savaşını, Milli mücadeleyi ve Kurtuluş savaşını anlatmadığımızı, Çanakkale’yi gezdirip “Çanakkale’nin nasıl geçilmez” olduğunun bilincini vermediğimize bağlıyorum.
Alanya yerine Erzurum’a gidip Nene hatunu ve tabyaları anlatmadığımızla ilişkilendiriyorum.
Kahraman Maraş’a gidip Sütçü İmam’ı anlatmadığımıza bağlıyorum.
Unutmayalım ki, Mehmet Akif Ersoy’un;
“Sahipsiz vatanın batması haktır.
Sen sahip çıkarsan bu vatan batmayacaktır” beyti, ne kadar gerçeği ifade ediyorsa, ona nazire olarak söyleyebileceğimiz:
Sahipsiz bir gençliğin batması haktır,
Sen sahip çıkarsan bu gençlik batmayacaktır, beyti de başka bir gerçeği ifade eder.
Yaklaşık elli yıldır Fransa’da bulunduğunu ve şu anda bir işletme sahibi olduğunu söyleyen ve Fransa’daki Müslümanlar arasında da sosyal statüsü iyi olan duyarlı bir Müslüman işadamı bu tehlikeyi bana, bir papazın kendisine şöyle ifade ettiğini söyledi:
“Bir papaz zaman zaman iş yerime gelirdi. Bir gelişinde bana dedi ki, ‘birinci nesil Türklere, yani sizin jenerasyona bir şey yapamadık. İkinci nesil de sizin etkinizde kalarak yetiştiği için onları da sizden koparamadık ama üçüncü nesil bizim olacak’ dedi. Şu anda üçüncü nesle yeterince sahip çıkamadığımız ve değerlerimizi ulaştıramadığımız için papazın dedikleri gerçek oluyor.”
Evet, aslında papazın bu itirafları tüm çıplaklığı ile gerçeği ortaya koyuyor. Çünkü getirdikleri zorunlu okul öncesi devlet eğitimi sayesinde küçük beyinler kontrol altına alınıyor ve aileler tarafından zihinler İslam dışı cüruflardan arıtılamadığı için nesil elden gidiyor.
Oradaki bazın arkadaşlar; “Biz buranın vatandaşıyız. Dolayısıyla bizim vatanımız burasıdır” diye kendilerini savunmaktalar.
Evet, bir açıdan, karnının doyduğu, hayatını idame ettirdiğin bir “İkamet” yurdudur. Ama asıl yurdu, anavatanıdır, Türkiye’dir.
Hollanda istatistik Kurumunun 2020 yılında yayınladığı istatistikî bilgiye göre Hollanda’nın nüfusu 17,5 milyon. Bunun yüzde 5’i Müslüman. Bunlar da Somali, Fas, Suriye ve Türkiyeli Müslümanlardan oluşuyor. Yüzde 5’lik Müslümanın yüzde 35’i cami ile iltisaklı. Yani Cumaları, bayramları da olsa camiye gelmekte. Avrupa’da camiler ve bitişiğindeki lokaller ve derslikler, Müslümanların kimliklerini korudukları birer fânus ve kale konumundadır. Yüzde 65’lik bir kitle, Hollanda değer yargıları içerisinde kaybolup gitmiş. Adı Hasan ama Hans gibi inanıyor ve yaşıyor. Adı Mikail ama Michael (Maykıl) gibi inanıyor ve yaşıyor. Adı Yusuf ama Joseph (Jozef) gibi inanıyor ve yaşıyor.
Kısaca şunu söylemek istiyoruz: Çocuklarımızı, değerlerimize bağlı ve vatan aşkıyla büyütmek istiyorsak elmalarla armutları birbirine karıştırmadan “İkame vatan”la, uğruna can verdiğimiz İslam’ın ve şiarlarının asırlarca hâkim olduğu “Anavatan”ı birbirinden ayırt ederek sahiplenelim. Biz tarih şuurumuzu kaybetmediğimiz gibi çocuklarımıza da bu şuuru yerleştirelim. Çocuklarımızın fıtratını bozarak “vatan” sevgisini yok etmeyelim. Çünkü vatan sevgisi fıtrattandır. Ve de söz konusu vatansa gerisi teferruattır.