Hafız İsmail (80)
Gece yarısına kadar yatağında bir sağa bir sola kıvrandı durdu. Uyumak için var gücünü sarf etti. Gözlerini yeniden yumup uykunun kollarına sığınmak istedi. Ama onun bu hali uykunun umurunda bile değildi. Bir müddet yatağının başucuna kadar gelen ay ışığını izledi. İçinden en iyisi şu güzel Ay ile dertleşmek diye geçirdi. Yastığını başının altından çekip arkaya kaykıldı. Nazlı bir gelin gibi pencereden süzülen Ay’a; “Biraz konuşalım mı?” Diye sordu. Sonra duygularını anlatmaya başladı. Bana; “Büyük hoca”nın torunu dediler. Gözleri ceylan bakışlı, saçları simsiyah, yüzü tıpkı senin gibi güzelmiş diye mırıldandı. Kaykıldığı yerden doğrularak Ay’a bir daha baktı. Onu görmeden sevdim biliyor musun diye ilave etti. Gözleri yangın yerine döndü. Tekrar yatağına uzandı. Ne başı yastıkla ne de vücuda yatakla geçinebiliyordu. İçinden sabah ola hayrola diye geçirdi. Birkaç saat uyuyabilsem ne güzel olurdu. Sevim’in karşısına dinlenmiş bir şekilde çıkardım diye düşündü. Ama olmuyordu. Uykunun semtine dahi uğrayacağı yoktu. Hala heyecanla atmaya devam eden kalbini; Sakin ol!” Diye uyardı. Birkaç kez ah! Aşk diye söylendi. Gözleri uykusuzluğa direnemeyip uykuya teslim olduğunda saatler gece yarısının çoktan geçtiğini gösteriyordu.
Sabah namazına giderken Yunus’un yattığı odanın kapısını birkaç defa tıkırdatan hafız İsmail, onun uyanmadığını görünce fazla üstelemedi. O bazı zamanlarda sabah namazından sonra yeniden yatağına uzanır, birkaç saat şekerleme yapardı. Bugünde öyle yaptı. İkinci defa uyandığında etrafı toplamaya çalışan hanımı Fadime’ye, “Hanım sen kahvaltıyı hazırlaya dur, ben de bizim Yunus’a bir bakayım.” Dedi. Yunusun odasının kapı ibiğini şangırdattı. İçerden; “Efendim” Diyen Yunus’a; “Hayırlı sabahlar.” Dedi. Yunus; “Hayırlı sabahlar ağabey.” Diye cevap verdi. Odasına geçerken kendi kendine Yunus’un sesinden bir tuhaflık mı var ne! Yoksa gece üstü açık mı uyudu.” Diye söylendi.
Kahvaltı yapılırken, çay kaşıklarının sesine yat edilen eski günlerdeki yaşanmışlıklar eşlik etti. Konuşurlarken; “Kanlı pınar” da boğulan hafız İsmail’in kardeşi gibi sevdiği arkadaşı Ramazan’dan mevzu açıldı. Hafız İsmail’in gözleri doldu. Eliyle kirpiğine hücum eden yaşları sildi. Gözünü Yunus öğretmen’e dikip; “Sen o zaman çocuktun, bilmem aklın erer mi? Koca köy yandı kavruldu.” Dedi. Başını istemsiz bir şekilde sallayan Yunus öğretmen; “Hayal meyal hatırlar gibiyim.” Dedi. Her halinden arkadaşı Ramazan’ı unutmadığı anlaşılan hafız İsmail, önündeki sofra bezine düşen ekmek kırıntısını ağzına atıp; “Onunda bizler gibi hayalleri vardı ama olmadı işte. Allah mekânını cennet eylesin.” Diye ilave etti. Artık gelinen yer, “Sözün bittiği” Yerdi. “Takdiri İlahi” böyle tecelli etmişti.
Hafız İsmail ile Yunus öğretmen camideyken hafız İsmail’in hanımı Sevim öğretmeni eve davet etti. Beraber türlü çeşitli yemekler yapıldı. Tatlı bir sofra telaşı başladığında kapı sesi duyuldu. Utancından beyaz yanakları pembeleşen Sevim öğretmen; “Ben görünmeyeyim.” Diyerek hızlıca mutfaktan ayrıldı. Sofra bezi itinayla serilmiş, üzerine kocaman bir tahta sofra konulmuştu. Eşit büyüklükte bölünerek tahta kaşıklarının yanına sıralanan tandır ekmeği mis gibi kokuyordu. Elindeki çorba tasını sofranın üzerine bırakan Sevim öğretmen, Yunus öğretmenle göz göze geldi. Ürkek bir ses tonuyla; “Hoş geldin.” Diyen Sevim öğretmen’e, Yunus öğretmen; “Hoş buldum.” Diye cevap verdi. İkisi de adeta hipnotize olmuş, bir müddet bir birlerinden gözlerini alamamışlardı. (devam edecek)
Kalın sağlıcakla.