Hafız İsmail (67)
Köylüler gün geçtikçe hafız İsmail’i daha çok seviyordu. Muhtar kara Mustafa da onun bir dediğini iki etmiyordu. Gazi çavuş ise hafız İsmail’i öyle böyle değil, candan seviyordu. Hafız İsmail hakkında sağda solda ileri geri konuşan süslü Osman, Camii ve cemaatle pek ilgisi olmayan topak Nedim ve bekçi Nasuh, hafız İsmail’in has adamı olmuşlardı. Yürümekte hayli zorlanan köyün en yaşlısı Tahsin ağa, cuma namazı ile bazı vakit namazlarını camide kılarken, artık beş vakit namazını camide kılmaya başlamıştı. Hanımının; “Herif, yürüyecek mecalin mi varda camiye gidiyorsun? Sorusuna O,“ Bundan böyle namazlarımı camide, hafız İsmail’in ardında kılacağım. Bu bana iyi geliyor hanım.” Diye cevaplıyor, ona aldırış etmeden bütün vakit namazlarını camide kılmaya gayret ediyordu.
Hafız İsmail mektepteki talebe sayısını artırabilmek için bir arayış içindeydi. Köydeki İlkokulu bitirmiş bütün çocukları ve on yedi on sekiz yaşlarına gelmiş delikanlıları mekteple buluşturmak niyetindeydi. Bu durumda olan talebe sayısını ortaya çıkarmak için zihnini yokladı. Sayı, bir elin parmaklarını geçmiyordu. İçinden bilmediklerim de vardır, bir de muhtara sorayım diye geçirdi. Ancak, bu talebelerin tamamı dahi gelse, sınıftaki sıraların yarısı boş kalacaktı. Tekrar düşüncelere daldı. Eline kalemi alıp alt alta yazmaya başladı. Sayı beş aşağı, üç yukarı belliydi. Boşa döküyor dolmuyor, doluya döküyor almıyordu. İçinden ne yapıp edip sınıfı dolduracak talebe sayısına ulaşmalıyım diye geçirirken, birden bire buldum! Diye bağırdı. Hanımı onun durduk yerde buldum diye bağırmasına bir anlam veremedi. Ona şaşkınlıkla baka kaldı. Sonra da; “Neyi buldun İsmail? Hayrolsun!” Dedi. Hafız İsmail aklındakileri hanımına bir güzel anlattı. O’da bu fikri beğenmişti. Bir elin parmak sayısını geçmeyen talebelerine yenilerini eklemek, sınıfta boş sıra bırakmadan doldurmak için böyle bir formüle ihtiyaç vardı. Saatine baktı. Namaz vakti hayli yaklaşmıştı. Namazdan sonra muhtar kara Mustafa ile gazi Çavuş’a fikrini açıklayacak, onlardan destek isteyecekti. Camiye giderken bu düşünceleri ona eşlik etti. İçini saran tarifi imkânsız mutlulukla huşu içinde ezanını okudu.
Cami dağılmış, cami cemaatinden bazı kimseler cami önündeki iki bacaklı ahşap tahtalara oturarak sohbet etmeye başlamışlardı. Cami kapısını hızlı bir şekilde kilitleyen hafız İsmail aceleci bir tavırla etrafına bakındı. Cami avlusundan dışarı çıkmakta olan Muhtar kara Mustafa ile gazi Çavuş’u görünce koşar adım yürüyerek onlara yetişti. Nefes nefese kalmıştı. Selam verdikten sonra; “Benim sizlerle konuşacağım bir mevzu var!” diyerek söze girdi. İkisi de hafız İsmail’in söyleyeceklerine dikkat kesilmişti. Düşüncesini onlara anlatmaya başlayan hafız İsmail, “Ağalar başka çaremiz yok! Sabahçı olan okul öğrencileri öğleden sonra mektepte okumalı, öğlenci olan öğrencilerde aynı şekilde sabahtan öğleye kadar olan boş vakitlerini mektepte okuyarak geçirmeliler.” Diyerek sözünü bitirdi. “Hım”, “Olur mu ki!” Diye söylenerek, bir birlerinin yüzüne bakan muhtar kara Mustafa ile gazi Çavuş, Hafız İsmail’in; “Ne mani var! Neden olmasın ki!” Sözüyle irkildi. Gazi çavuş bu fikri; “Olur valla hafız!” Diyerek onayladı. Bir müddet sessiz kalan muhtar kara Mustafa; “Tamam da Sevim öğretmen ne der? Sonra milli eğitim, müfettiş ve resmi makamlar v.s” Diye sözü gevelemeye başladı. Gazi Çavuş hiddetle; “Ne var bunda muhtar? Kim ne diyecek yahu!” Diye bağırdı. Gazi Çavuşun kararlı duruşu hafız İsmail’i sevindirmişti. Sevim öğretmenin fikrini almak için üçü beraber okula doğru yürümeye başladı. (devam edecek)
Kalın sağlıcakla.