Hafız İsmail (65)
Toprağın bağrındaki tohumlar uyanmak için rahmet beklemekteydi. Yağmur yağmaz ise filizlenip toprak anaya nasıl tutunacak, nasıl can bulacaklardı? Vuslat olmadan ne toprağın yüzü güler, ne de tohumlar yeşerirdi. Tabiat yağmur olmadan devinimini sürdüremez, kendini çekip çeviremezdi. Su, hayatın can damarıydı. Kuraklık hüznün diğer adı, yokluğun ve yoksulluğun ta kendisiydi. Sağda solda yağmur yağmazsa halimiz nice olur diye sızlanan Gazi Çavuş, hafız İsmail’e haber saldı. İlk Cuma günü namazdan sonra yağmur duasına çıkılacak, yağmur versin diye O’na yalvarılıp yakarılacaktı. Muhtar kara Mustafa, bu haberi köylüye duyurmak için bekçi Nasuh’u görevlendirdi. Cami, tıpkı bayram namazında olduğu gibi tıka basa dolmuştu. Hafız İsmail hutbede cemaate namazdan sonra çıkacakları yağmur duasından bahsederken müthiş bir gök gürlemesi duyuldu. Ardından şimşekler çaktı. Çok geçmeden yağmurun sevimli yüzü pencere camlarında belirdi. Cemaat şoktaydı. Hafız İsmail; “Ey! Cemaat, biz yağmur duasına çıkmadan Rabbim bize rahmetini bahşetti. O’na ne kadar şükretsek azdır.” Dedi. Daha sonra, gözyaşları içinde yağmur duasını okumaya başladı. Cemaat hep bir ağızdan gür bir sesle duaya; “Amin, amin..” Diyerek iştirak etti. Coşku doruktaydı. Dua bittiği halde bazı insanlar kendini kaptırmış olacak ki, hala “Amin..” Demeye devam ediyorlardı. Aralarında sevinç gözyaşı dökenler az değildi. Heyecana kapılıp pencere kenarına hücum eden cemaati hafız İsmail; “Müminler namazda olduğumuzu unutmayalım!” Diye uyardı. İnsanların yüreğindeki mutluluk dört duvar arasına sığmaz olmuştu. Namaz biter bitmez soluğu dışarıda alan köylüler, ıslanmalarına rağmen bir birleriyle koyu bir sohbete daldı. Kapının ahşap sundurmasına sığınan Gazi çavuş, Tahsin ağa, muhtar kara Mustafa ve diğer iki kişi hafız İsmail’i beklemekteydi. Hafız İsmail dışarıya adım atar atmaz, hep beraber onu karşılayıp sevgi gösterisinde bulundular. Hafız İsmail kendisine gösterilen ilgiye; “Sağ olunu, Allah razı olsun.” Diyerek karşılık verdi. Muhtar kara Mustafa, hafız İsmail’e; “Gel seni köyümüzün eşraflarından mazlum Ali ve tam Osman’la tanıştırayım.” Dedi. Bunlardan biri uzun boylu zayıf ve çakır gözlü, diğeri ise etine dolgun, göbekli ve buğday benizliydi. Hal hatır soruldu, sigaralar yakıldı ve ayaküstü de olsa koyu bir muhabbete yelken açıldı. Nihayet yağmur durmuş, Güneş açmıştı. Gökyüzünde beliren gökkuşağı tüm kâinata gülümsemeye başlamıştı. Bir an sohbet durdu, bütün gözler gökkuşağının büyüsüne kapılmış gibi onu kilitlendi. Orada Gazi çavuş’u göremeyen hafız İsmail, yanında dikilen Tahsin ağa’ya onu sordu. Tahsin ağa; “Çavuşun acelesi var her hal!” Diye cevap verdi. Daha sonra; “Allah’a ısmarladık.” Diyen gitti. Hafız İsmail, Tahsin ağanın koluna girerek; “Haydi biz de gidelim Tahsin ağa dedi. İkili, pantolonlarının paçasını sığadı. Su birikintilerine basmamaya özen göstererek evlerine doğru yürürlerken, hafız İsmail’in aklı hala Gazi çavuş’taydı. Onun kaşla göz arasında ortadan kaybolmasına bir anlam veremiyordu. Kendi kendine bu işin içinde bir iş var! Diye mırıldandı.
Hafız İsmail bir an önce mektebin açılmasını arzuluyordu. Konuyu birkaç kez dillendirdiği halde muhtar kara Mustafa’dan olumlu bir cevap alamamıştı. Mektebi gezdikleri gün yarından tezi yok! Mektebi açmalıyız diyen hafız İsmail’e, muhtar kara Mustafa sadece “İnşallah” Demekle yetinmişti. Neyi, niçin bekleyeceklerini anlamada zorlanıyordu. Ama o kararlıydı. Gazi çavuşla konuşacak, mektebin kısa zaman içinde açılması için elinden geleni yapacaktı. (devam edecek)
Sağlıcakla kalınız.