Hafız ismail (39)
Hafız İsmail, sanki yeniden yaşıyormuş gibi zihninde canlanan hatıralardan, karısı Fadime’nin; “Sofra hazır.”Diyen sesiyle uyandı. Oturduğu taştan kalktı. İki kolunu geriye doğru çekerek, başını yukarı kaldırdı. Bir an nefesini tuttu. Omzundan beline doğru yayılan ağrılar tüm bedenini esir almıştı. Birkaç kez gerindikten sonra, karısı Fadime’ye “Geliyorum.” Diye cevap verdi. Ocağın yanına doğru ilerlerken hala hatıraların etkisinde olduğunu hissetti. Talebelikte geçen günlerini, gençliğini ve köyünde yaşadıklarını nasıl unutabilirdi. Ona her fırsatta “Kara kuzum” Diye sarılan rahmetli anasını, askere giderken sevip kokladığı, döndüğünde ise ölüm haberi ile yıkıldığı küçük yavrusunu unutmak mümkün müydü? Elbette değildi. Lakin yapabilecek bir şey yoktu. Kadere inanıyordu ve kaderden öte yol gitmez denilmişti.
Hafız İsmail’in imamlık hakkı için topladığı buğday, şimdi noda denilen yerde satılacağı zamana sırlanmıştı. O, buğdayını kime ve kaç liraya satacağını bilmiyordu. Çünkü bunu ilk kez yapacaktı. Ertesi gün öğle namazından sonra bakkal Faruk’un dükkânına uğradı. Bakkal Faruk onu; “Hafızım hoş geldin.” Diyerek kapıda karşıladı. Ardından da, evinin avlusuna açılan dükkân penceresinden hanımına; “Bize çay koy Melahat” Diye seslendi. Bir müddet sonra çaylar geldi. Muhabbet tavşankanı çayların eşliğinde daha da koyulaştı, tatlandı. İkindi vakti yaklaşmıştı. Bakkal Faruk’tan müsaade isteyerek evinin yolunu tutan hafız İsmail, buğdayı nasıl ve kime satacağını öğrenmişti. Bakkal Faruk ona; “Hafız, acil bir durum yoksa iki üç ay bekle. Şu an buğday fiyatları ucuz. Buğdayını o zaman şehirdeki tüccara iyi fiyatla satarsın.” Dedi. Hafız İsmail kendi kendine iki üç ay ne ki, beklerim tabii diye mırıldandı. Her başını yastığa koyduğunda buğdayı satınca eline geçecek parayı hesap eder, sonrada uykuya dalardı. İlk defa eline toplu bir para geçecekti. Hayalleri vardı ve bu parayla hayallerini gerçekleştirecek olmak ona büyük bir mutluluk veriyordu. O akşam, Osmanlıca kitabının arasında sakladığı boş kâğıtlardan birini alarak pencerenin önüne oturdu. Şimdi bir de kalem lazım diye mırıldandı. Evin altını üstüne getirmiş, ancak bir kalem bulamamıştı. Tam ümidi kesmek üzereydi ki, halı yastığının altındaki kaleme gözü ilişti. Kalemi aldığı gibi yazmaya başladı. Kendime pantolon, hatuna şalvarlık, Ömer ve Sedef’e birer fistan. Babama palto, ağama ceket v.s. Birden evin eksiklikleri aklına geldi. Tekrar yazmaya başladı: Perde, gaz ocağı, bakır sağan. Yazacakları bitmişti. Kâğıdı katlayarak tekrar Osmanlıca kitabının arasına koydu. Vakit geç olmuştu. Kendisinden başka herkes uykuya dalmıştı. Biraz daha hesap yaptıktan sonra yatağına yavaşça uzandı.
Okulların açılmasına az bir zaman kalmıştı. Artık hoca mektebindeki sıralar okula taşınacaktı. Öğretmen arkadaşları yormayayım diye düşünen hafız İsmail; hademe İhsan efendi ile mektep talebelerinden iki delikanlıyı da yanına alarak sıraları okula taşıtmaya başladı. Sıra taşıma işi öğle saatlerinde tamamlanmıştı. Daha sonra muhtar Recep ağa’nın yanına uğradı. Muhtar Recep ağa, hafız İsmail’e; “Bu aralar uğramaz oldun hafız, hayırdır?” Diye sitemkâr bir soru yöneltti. Hafız İsmail’in cevabı hazırdı; “Hayır, hayır. Bizim şerle işimiz olmaz.” O meşhur kahkahalarından birini daha atan Recep ağa; “Şaka yaptım hafız, şaka.” Diyerek kahkahasını sürdürdü. (devam edecek)
Kalın sağlıcakla..