Osman Uzunkaya
Osman Uzunkaya Hafız İsmail (22)

Hafız İsmail (22)

                                                       
       Hafız İsmail’in karısı Fadime gelin’den birkaç gün sonra, kör Rıza’nın karısı Satı kadın da bir erkek çocuğu Dünya’ya getirmişti. Kör Rıza bu haberi duyar duymaz sevinç gözyaşlarına boğulmuş, ardından ellerini Sema’ya açarak dua etmeye başlamıştı. Yanındakiler onu tebrik etmek için bir biriyle yarışırken, muhtar Ömer Ali ağanın davudi sesi duyuldu; “Hayırlı olsun Rıza, sonunda muradına erdin he mi!”Muhtarı kucaklayarak karşılayan kör Rıza, daha sonra dayısı sofu Veysel’in hazırladığı adaklık kurbanın güneşten parıldayan beyaz tüylerini yavaşça okşadı. Heyecanı hala diriydi. Sevinç gözyaşları çokta dinmişe benzemiyordu. Eline bıçağı alan dayısı sofu Veysel’in okuduğu duaya “Amin ” Diyerek kurbanını Rabbine bağışladı. İçinden; “Allah’ım! Alanda sensin verende. Şükürler olsun sana” Diye mırıldandı. Mutluydu. Yıllar süren özlemi sona ermiş, kaybettiği evladı adeta geri gelmişti. Birazdan yeni bebesini kucağına alıp kulağına ezan okuyacak ve Dünya’dan habersiz bebesine adını Ramazan koydum diyecekti.
 
                Bu günlerde buğdayını yıkamak isteyen köylüler, celalin çeşmesinin önünü tıka basa doldurmuşlardı. At ve eşek arabaları ile kağnıların taşıdığı buğday çuvalları çeşmenin yanı başındaki taşlığa indiriliyordu. İki kurnasıyla gece gündüz hiç kesilmeden, bilek kalınlığınca su akıtan celalin çeşmesi, her yıl bu zamanlar yaşanılan hengâmeye sahne oluyordu. Sabahın köründe başlayıp, gece geç saatlere kadar bağrış, çağrış içinde yıkanan buğdaylar, gün ağarınca yine eşek ve at arabalarıyla buradan yeni yerlerine taşınırdı. Diğer işler gibi buğday yıkama işiyle uğraşmakta köyün çilekeş kadınlarının değişmez yazgısıydı. Bazen çeşme sırası yüzünden saç saça baş başa kavgaların yaşandığı bu yerde güzellikler de yaşanmıyor değildi. Genç kızlar ellerindeki testilerini doldurmak, delikanlılarda tahıl çuvallarını taşımak için buraya gelir, burada bir birlerini görüp aşık olurdu.
 
                Celalin çeşmesinde yıkanan buğdaylar ön damlar da kurutulduktan sonra, yeniden çuvallara doldurulur ve yarma yaptırılmak için Ali Rıza emminin evinin altındaki öğütme dükkânına getirilirdi. Çeşme başındaki çilenin bir benzeri de burada yaşanırdı. Dükkânın önüne ip gibi sıralanan buğday çuvalları sokağa taşar, sokak adeta buğday pazarına dönerdi. Ali Rıza emmi zeki olduğu kadar, gani gönüllü ve hoş biriydi. Orada bulunanlara beyitler söyler, hikâyeler anlatırdı. Köylüler onu çok sever ve ona güvenirdi. O yüzden sıra işi Ali Rıza emmi’ye bırakılırdı. Birçoğu buğdayının başında beklemeye dahi ihtiyaç duymazdı.
 
                Ali Rıza emminin dükkânında öğütülen buğdaylar tekrar çuvallara katılır, evlerin önündeki altı odun dolu kazanlara boşaltılırdı. Kazanlara yeteri kadar su ve yoğurt, birazda yağ ilave edilir, sonra da tahta küreklerle güzelce karıştırılıp pişirilirdi. Pişirilme işlemi tamamlanıp soğumaya bırakılan karışım, daha sonra kınalı ellerde şekillenir ve kamıştan örülen çığ’ların üzerinde kurutulurdu. Enfes bir tadı, doyurucu ve besleyici bir özelliği olan, köylülerin adına “Tarna” Dedikleri bu yiyecek, uzun kış gecelerin vazgeçilmez yiyeceğiydi.
 
                O yıl hafız İsmail’in anası Sedef,  tarna kazanının başındayken hastalanmış ve günlerce yorgan döşek yatmıştı. Etraftan babası hacı Mehmet’e; “Bu kadını doktora götürmeden olmaz.” Diyenlere, “Üşüttü her hal, geçer!” Diye cevap veren hacı Mehmet, karısının daha da kötüleştiğini görünce şehirdeki hastaneye götürerek doktora göstermişti. Doktor hacı Mehmet’e; “Be adam kadını ölünce mi getirdin? Bu zamana kadar neredeydin ?” Diye çıkışmış, yanındaki hemşireye de; “ Hastanın hemen yatışını yapın. Vakit kaybetmeden tedavisine başlayalım.” Demişti.    (devam edecek)
 
Sağlıcakla kalınız.
               
               
               
               
               
               
               
               
               

Önceki ve Sonraki Yazılar
Osman Uzunkaya Arşivi

Bitsin

29 Ağustos 2024 Perşembe 00:03