Güvenli Bir Dünya İçin Sorumluluğumuz (II): Birleşmiş Milletler’in Rolü
Yazı dizisinin geçen haftaki bölümünde küresel olarak yaşanmakta olan uluslararası sorunlarla mücadelenin altı çizilirken, bu sorunlarla mücadelede Birleşmiş Milletlerin (BM) üstlenebileceği roller olduğundan bahsedilmişti. BM’nin “A More Secure World: Our Shared Responsibility” adlı raporu, uluslararası barış ve güvenliğe yaptığı vurgunun yanında daha güvenli bir dünyanın tesis edilmesinde BM’ye önemli misyonlar yüklemiş; bu bağlamda kurulması önerilen güvenlik ve refah sisteminde BM’nin aktif bir rol alması için BM’de bazı reformların ve yeniliklerin yapılmasının gerekli olduğunu ifade etmiştir. BM, kuruluş idealleri ve amaçları noktasında hiçbir zaman –sadece– kâğıt üzerinde kalan bir kuruluş olmak istememiş, aksine dünya sisteminde kolektif güvenliği sağlayan devletlerin güçlerini barışçıl ve ortak menfaatler çerçevesinde kullanmasını öngören uluslararası hukukun devletler açısından bağlayıcılığını temel alan uluslararası bir organizasyon olmayı hedeflemiştir.
Söz konusu raporda BM, kuruluşunda yer alan ilke ve amaçlarını gerçekleştirebilmek için bir dizi reform önermiştir. Bu çerçevede, BM Genel Kurulu’nun kendi öz ruhunu kaybettiğine ve güncel sorunlar karşısında sonuca yönelik çözümler üretemediğine vurgu yapılan raporda, Güvenlik Konseyi’nin gelecekte daha aktif rol üstlenmesinde kendisine daha fazla güç ve yetki verilmesinin gerekliliğinin altı çizilmiştir. Uluslararası güvenliğe karşı yöneltilen tehditlere karşı yeni organizasyonların kurulmasının zorunlu olduğuna işaret eden BM, İnsan Hakları Komisyonu’nun dünya üzerindeki imajını ve güvenilirliğini tazelemesi gerektiğine, etkin ve uyumlu hareket edilebilmesi açısından ise daha iyi ve profesyonel bir sekretaryanın kurulmasının zorunlu olduğuna vurguda bulunmuştur.
Barış ve güvenliğin tesisinde, –bir önceki yazıda ifade edilen– yoksulluktan devlet içi çatışma tehdidinin azaltılmasına kadar pek çok konuda BM’yi daha etkili, daha verimli ve daha duyarlı olmaya davet eden rapor, daha etkili bir Birleşmiş Milletlerin, muhakkak surette efradına cami bir reformasyondan geçmesi ve uluslararası meşruiyetini tekrar eline almasıyla mümkün olacağına işaret etmiştir. Hükümetlerarası/devletlerarası bir kuruluş olması ve uluslararası arenadaki sorunların çözümünde söz sahibi olan konumu açısından daha güçlü ve daha istikrarlı bir BM, ifade edilen küresel sorunların çözümünde kesinlikle etkin bir konumda olacaktır.
Bu çerçevede, uluslararası sorunlarla mücadelede ve uluslararası alanda barışın ve güvenliğin tesis edilmesinde kapsayıcı ve bütünleyici bir güvenlik sistemi kurulmalı; bu sistem, –zengin ya da fakir, güçlü ya da zengin– tüm devletlerin güvenlik çıkarlarına hitap edebilmelidir. Güvenliğe ilişkin tehditlerin birbirleriyle bağlantılı durumda olduğu hesaba katıldığında, terörizm, organize suçlar, sivil ve askeri savaş ve çatışmalar ve yoksulluk gibi sorunların da birbirleriyle yakından ilişkili durumda olduğu söylenebilir. Bu noktada, de facto (fiili) olarak varlığının sona erdiği iddia edilebilecek, fakat de jure (hukuken) olarak halen uluslararası sistemin en büyük üst düzenleyici aktörü konumunda bulunan Birleşmiş Milletler için daha kapsamlı stratejiler üretilmeli, kurumlarının kapasiteleri artırılarak sorunları giderilmeli ve çatısı altında tüm insanlığı ve devletleri ilgilendiren meselelerde işbirliği içinde çalışılmalıdır. Her şeyden önce BM’nin savaş sonrası düzenin tesis edilmesi için teşkil edilen ve savaşın sonuçlarını kurumsal olarak yansıtan –Güvenlik Konseyi ve veto yetkisi gibi– yapısal konumu, yerini tüm insanlığı kapsayıcı bir sisteme bırakmalıdır.
Sonuç olarak BM’nin ana hedefi, tehditlerin önlenmesi, uluslararası sorunların çözümü ile uluslararası barış ve istikrarın tesis edilmesi ve küresel suçlarla mücadele olmalıdır. Bu bağlamda yaptırımlar ve arabuluculuk, söz konusu tehditlerle mücadelede ve önlemlerin alınmasında etkili araçlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakat burada altı çizilmesi gerekli husus, yaptırımların uluslararası büyük güçlerin çıkar hesaplarını yansıtan bir muhtevada olmaması ve arabuluculuk faaliyetlerinin ise uluslararası hukukun belirlediği normlar çerçevesinde gerçekleştirilmesidir. BM’nin daha etkili bir yapıya kavuşmasında ve barış ve güvenliğin tesis edilmesinde üye devletlerin ve sistemin başat güçlerinin sergileyecekleri irade oldukça önemi haiz bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler artık dost-düşman devletler algısını bir kenara bırakarak, 19. ve 20. yüzyılın acılarını yansıtan bir zemin olmaktan öte, 21. yüzyılın umutlarını taşıyan ve beklentilerini karşılayan uluslararası bir platform olmak durumundadır ve mecburiyetindedir. Şüphesiz ki daha güvenli ve barış dolu bir dünya, Birleşmiş Milletler ve benzeri uluslararası kurumların hak ve adalet ilkelerini temel amaç edinmeleri ve ancak hukuka uygun araçlarla davranış biçimleri geliştirmeleri ile mümkün olacaktır. DAHA ETKİLİ BİR BARIŞ, DAHA İNSANİ BİR BARIŞ İLE HAYAT BULACAKTIR.