Günü kurtaralım derken kaybediyoruz
Zamanla her şey normalleşiyor, insanın ilk şaşkınlığı, öfkesi geri de kalıyor. Bizden uzak olan şeylere karşı ilgimizi kaybedip, küçük hayatımıza dönüyoruz. Filistin’de yaşanılan soykırımla ilgili İsrail’in en büyük dayanağı da zamanla birçok şeyin normal görülmesi. Filistinliler direnmeye devam ediyor ama destek olmadığı sürece direnişin sonunda zafer görünmüyor. Gelinen nokta da nüfusu azalmış, İsrailli işgalcilerin de yerleştirildiği bölünmüş bir Gazze senaryosu dillendirilmeye başlandı.
Her şey her zamanki gibi gözümüzün önünde olup bitiyor. Kim haklı, kim haksız biliyoruz. Lakin biz sıradan insanların elinden fazla bir şey gelmiyor. Yöneticiler ise çok boyutlu düşünmekten asıl öncelikle görmesi gerekenleri göremiyor, görmezden geliyor… Çaresizlikten, adını koyamayıp soyut konuşmaktan bol “şeyli” cümlelerden fazlasına gücümüz yetmiyor(!)
Batıyı anlıyoruz. Laikliğin, sekülerliğin işler ciddiye binince nasıl askıya alındığına ilk defa şahit olmadık. Suriyelileri insan olarak görmeyen batı, Ukraynalılar kendilerinden olunca nasıl dünyayı ayağa kaldırmışlardı. O dünya ile bizde hizaya gelmiştik. Yanlış anlaşılmasın Ukraynalıların ölümünden zevk alacak değiliz. Biz dünyanın her yerinde haksız yere zulme uğrayanların yanındayız. Bunun için batının onayına veya iteklemesine gerek duymayız. Demek istediğim ülkenin tamamı tek ses olmuştuk. Şimdi Filistin’deki soykırımla ilgili ise çatlak sesler özellikle sosyal medyada daha çok çıkıyor. Boykot meselesi bile sulandırılmaya başlandı. Gençlerin bir kahve keyfi varmış, boykot edilen kahve zincirinde aldıkları kahve ile saatlerce oturabiliyorlarmış. İşi gurmeliğe vurup boykot edilen ürünlerle yerli muadilleri arasındaki lezzet farkından bahsedenler bile var.
Şimdi bu insanlara neyi nasıl anlatalım ki. İsrail’in vadedilmiş topraklar saçmalığının bizim ülkemize de sıçrayacağının farkında olmamaları imkânsız. Fakat bu topraklarla irtibatları olmadığından birçoğu için sınırlarımızın küçülmesi de mesele değil. 90’lar da AB’ye girmek için Doğu’da bir Kürt devletinin kurulup, zengin batı topraklarımızla yola devam edebileceğimizi söyleyen çok sayı da tatlı su aydınımız vardı. Onlar için Doğu demek yük demekti. İnsanını sevmiyorlardı, onların zihniyetini bildiğimizden anlayabiliyorduk lakin Doğu’nun yer altı, üstü zenginlikleri ne olacaktı? Bu tarz detaylarla uğraşmak aydın kısmının elbette işi değildir…
Arap nefreti, Filistinliler toprak satmış saçmalığı ile günler bir yere kadar geçiyor. İsrail’in Kıbrıs’ta satın aldığı toprak meselesini de bir kenara koyalım. Bir kenara koyulup unutulacak şeyler elbette değil. İlgililere havale edelim. Madem sıradan insanın dünyasına bakıyoruz. Parası pulu olanın tavrı da bir yere kadar anlaşılabilir. Kriz, savaş ortamlarında dövizin, altının yükselmesi ile kazanan elbette onlar olur. Zincir marketlerimiz bile gündem değişip, üzerlerindeki baskı azalınca söz de indirimin arasına bindirim yapmaya başladılar. Örneğin 165 liraya sattıkları yağı birkaç gün 145 liraya indirdiler. İndirimin ardından yağın fiyatı 169 liraya çıktı. Maliyetin artması falan hikâye. Dört, beş gün içerisinde rafta duran aynı ürünün fiyatı üç kez değişti. Bakanlık bunları takip ederse etiket oyununu rahatlıkla görür falan demeyeceğiz. Bugüne kadar değişen bir şey olmadı nasıl olsa.
Sosyal medyanın etkisiyle özellikle gençler rahatlıkla boşluğa düşüyor. Ailesinin yaşam tarzından, geleneğinden uzaklaşıyor. Sosyal medyada gördükleriyle kendine yeni bir gerçeklik inşa etmeye çalıyor. Fakat bu gerçeklik için önce para lazım, sonrasında o çevrelere girip kendini kabul ettirmek. Bu ikisi kısa vadede olmadığından geriye sadece sloganlar kalıyor. Bir şeyler konuşuyor ama konuştuklarının ne anlama geldiğini bilmiyor. Böyle böyle tuzu kuru azınlığın sesi, ona özenenler sayesinde daha fazla çıkıp hâkim söylem hâline geliyor. Bizim bununla mücadele etmemiz lazım. Sadece gençler deyip işi içinden sıyrılmayalım. Ekonomideki sıkıntılar, belirsizlik yüzünden genel bir boşluğa düşme, maneviyatı ikinci plâna atma toplumun büyük bir kısmına sirayet etmiş durum da. İnsan kendi küçük dünyasındaki büyük dertlerini çözemediğinden elbette diğerlerinin sıkıntılarını görse de kendinde müdahil olacak takati göremiyor. Bu savrulma böyle sürüp gidiyor.
Önümüzü görememenin sancısını çekiyoruz. Yine bütün tuşlara aynı anda basıp bizi bunaltıyorlar. Böyle büyük bunalımların sonucunda neler olduğunu tarihe bakıp görebiliriz. Adım adım gidiyoruz. Küçük resim, büyük resim karışmış durum da. Klişe tarihi ezberlerle, sosyal medyaya kutsal kaynak muamelesi yaparak günü kurtarmaya çalışıyoruz. Tek umudumuz devlet aklının dinç olması, sıradan vatandaş gibi günlük yaşamla bocalayıp kendini kaybetmemesi.