Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal GERÇEKLER HERKES İÇİN ADİLDİR (1)

GERÇEKLER HERKES İÇİN ADİLDİR (1)

Dünya ekonomilerinin, başta gelişmiş ülkelerin ve özellikle global ticaret hacminde önemli yere sahip ülkelerin başına ne geliyorsa öyle veya böyle bir şekilde diğer tüm ülkelerde, aynı sonuçlarla karşılaşıyorlar. Küreselleşme denilen ve tüm ülkeleri sarıp sarmalayan, ülkelerin tamamını ve her ülkenin her firmasını her zaman birbirine karşı rakip durumuna getiren bu gerçekle, her ülke yüzleşmiş ve bu gerçekle yaşamak zorunda. Bu vakitten sonra hem üretim ekonomisi hem de finansal ekonomi açısından ülkelerin birbirleriyle etkileşiminin daha da yoğunlaşacağı kesin. Burada önemli olan dünyayı iktisadi, sosyal ve kültürel açıdan domine eden ABD, Almanya başta olmak üzere AB ülkeleri, Japonya gibi gelişmiş ülkelerin kendilerini etkileyen enflasyon (fiyatlar genel seviyesinin sürekli artması), deflasyon (toplam arzın toplam talepten fazla olması), işsizlik, stagnasyon (durgunluk), resesyon (daralma), stagflasyon (işsizlikle birlikte enflasyonist durumun aynı anda ortaya çıkması), slumflasyon (stagflasyonun daha olumsuz durumu, tam çöküş), reel ekonominin (üretim ekonomisi) ve mali sektörün (finans, bankacılık, borsa) istikrarsızlığı, sürdürülebilir büyümenin (çevreye, doğal kaynaklara zarar vermeden büyümek) sağlanamaması; yatırımların altın,  konvertibl paralara, emlak, gayri menkul gibi spekülatif (düşükken alıp, yüksek fiyattan satmak) alanlara yapılması şeklinde bir eğilim göstermesi şeklinde nitelenebilecek ekonominin hastalıklarıyla yüzleştiklerinde, bu durumdan kurtulmak için nasıl bir yol takip edecekler? Ekonomilerinin içinde bulunduğu hastalıkların sorumluluğun çoğunu kendileri mi yüklenecek veya dünya ölçeğinde her konuda baskın olmalarını küreselleşme denilen olguyla birleştirip günahlarını tüm dünya ekonomilerine mi çektirecekler? Hangi yolu seçtiklerini fazla değil, birkaç ay içinde hepimiz öğreneceğiz; FED politikalarının, AB ekonomilerini stagflasyondan kurtarma çabalarının, Japonya’nın istikrarsız ekonomi koşullarından nasıl ve ne zaman kurtulmayı başaracağını ve tabi ki biraz daha uzun vadede ise kredi derecelendirme kuruluşlarının ekonomiler hakkında tahakküm kurma ve yönlendirme gayretlerinin ne zaman etkisiz hale geleceğini?...

Yukarıda genel olarak kısaca değindiğim ve yaptığım beyin jimnastiğinden, öngörülerden sonra ekonomilere genel olarak bir göz atalım. ABD ekonomisinin enflasyon oranı beklenenden daha fazla geldi ve artık kendi ailemizden bile daha fazla içli dışlı olduğumuz Yellen Yenge, ABD ekonomisinin daha sağlam temellere oturduğunu gösteren gelişmeler gerçekleşirse 2015 yılında faiz artırım politikasını uygulamaya koyacaklarını açıkladı. Yani anlayacağımız ABD, dünya ekonomilerini cendere ekonomisi kıvamında tutmaya, tüm dünya en az üç beş ay daha Amerika verileriyle yatıp kalkmaya devam edecek. Almanya ekonomisi son aylardaki gibi genel olarak olumlu duruşunu sürdürdü. Japonya ihracat rakamlarının yavaşlama sürecine girmesi ve ithalatının beklenenden daha hızlı gerilemesi, Japon ekonomisinin toparlanma sürecine henüz giremediğini göstermesi açısından önem arz ediyor. Çin hükümeti ekonomilerinin içinde bulunduğu resesyondan kurtulmak için mali ve parasal politikaları uygulamak zorunda, değilse hem kendi ekonomilerini hem de dünya ekonomilerinin hızını yavaşlatacaklar, bu nedenle önem bakımından ciddiye alınacak ülkelerin en başında gelenlerinden olduğu kesin. Avrupa’nın sorunlu ama aynı zamanda haşarı çocuğu Yunanistan’ın, AB’nin ağabeyi konumundaki Almanya eksenli sürdürdüğü iktisadi bilek güreşi devam ediyor. Fakat borç bulamayan, mali yardım sağlamakta zorlanan Yunanistan’ın içine düştüğü ekonomi girdabından, tüm ülke olarak belli oranlarda fedakarlıkta bulunmazsa çıkması zor görünüyor.

Gelişmiş ülkelerin ekonomi verileri, hem ülkemizi hem tüm ülke ekonomilerini belli derecelerde etkiliyor. Burada önemli olan, ülke olarak olumsuz olarak hiç etkilenmemek yada olabildiğince en az etkilenmek. Fakat ülkemiz açısından durum pek iç açıcı değil. Doların değerinin yükselmesi veya düşmesinin etkileri karşısında, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin (örneğin BRICS, Meksika) kendi paralarındaki etkilenme katsayıları bizden düşük yani doların değerinin değişmeleri karşısında TL’nin gösterdiği tepki daha fazla. Daha da açık ifade etmek gerekirse ülkemiz, gelişmekte olan ülkeler arasında daha negatif olarak ayrışmakta. Bu bir gerçek, önemli olan bunun nedenlerini yani hastalığı doğru teşhis edip doğru, ekonominin gerektirdiği uygulamalar devreye sokabilmek. Türkiye’nin diğer gelişmekte olan ülkelere göre olumsuz olarak daha fazla etkilenmesinin nedenlerini; cari açığın hala yüksek düzeylerde seyretmesi ve uzun süreden beri devam eden önceki yıllara göre düşük fiyatlardaki petrol fiyatlarına rağmen istenen düzeylere düşürülememesi, dış borcumuzun fazlalığı ve bunun ödeme sürecinin uzun vadeye yayılamaması, dış kaynak bağımlılığından bir türlü kurtulamamamız, FED politikalarındaki belirsizlik yada ABD’nin dünyayla oynamaya devam etmesi ve de artık son düzlüğe geldiğimiz genel seçimleri sayabiliriz. Üstelik genel seçim sürecinde partilerin birbirlerine karşı eleştiri dozlarını ne kadar sertleştirdiği hatta hakaret boyutuna ulaştığının, tarafların ne kadar fanatikleştiğinin hepimiz farkındayız. Ayrıca her partinin alacağı oy oranlarını abartması - oyları %100 üzerinden dağıttığımızda partilerin söylediklerine göre aldıkları oylar en az  %150 oranına ulaşıyor, komik ama yani 100 birimi dağıtıyoruz, toplamı 150 birim çıkıyor -,  koalisyon ihtimalinin daha yüksek sesle dillendirilmesi, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) barajı aşması veya aşmaması durumunda olabilecek senaryoların neredeyse seçimin önüne geçmesi gibi algı dayatmalarının sürekli gündemi işgal etmesi, ülkemizin küresel ekonomik gelişmeler karşısında diğer gelişmekte olan ülkelere göre neden daha zayıf duruma düştüğümüzün, negatif olarak ayrıştığımızın en önemli nedenlerini meydana getirmektedir. Zaten HDP Eşbaşkanı Demirtaş’ta seçim sonucu ne olursa olsun demokratik mücadeleden sapmayacaklarını açıkladı, bu sözden sonra öküzün altında buzağı aramanın alemi yok. Demokrasi içinde kaldıktan, terörü, şiddeti dışladıktan, milletin vereceği her türlü karara saygı gösterdikten ve en önemlisi TÜRKİYE ortak paydasında temiz niyetlerle politika yaptıktan sonra, her türlü demokratik mücadele ülkemizin önünü açar. Artık birbirimize güvenme vakti geldi de geçiyor bile. Bu kadar olumsuz ekonomi verilerini barındıran ülkemizin, dünya ekonomisindeki gelişmelerden diğer gelişmekte olan ülkelere göre daha fazla negatif etkilenmesi kadar doğal bir şey olamaz. Yani ülke olarak dünyadaki gelişmelerden olumsuz şekilde daha fazla etkilenmemiz, dünyanın bize olan düşmanlığından, garezinden değil tabi ki; kendi içinde bulunduğumuz iktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel gerçeklerin toplamı olarak bize yansıması şeklinde ortaya çıkan sonuç. Bizim bu değerlerimizin toplamı ne kadar yüksek olursa, negatif etkilenmemiz de o kadar azalacaktır. Konu bu kadar basit, biz yarayı önce kendimizde arayalım.    

           

Soru: Para arzının artırılması, her zaman enflasyona yol açar mı? Neden?...

 

Sözün Gözü: Keramet doğruyu sadece söylemekte değil, her zaman doğru davranabilmektedir. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal Arşivi