Feda Gizinde Vedalar
Bu yaşandı mı? Grinin ardındaki bir boşluktan geldiğini hatırlıyorum. Gri. Beyaz değil. Bedenin dehşetle kaplı, niçin? Öksürmeye başlıyorum, seni hissettiğim ilk andan beri olduğu gibi, belirli bir süresi hiç olmamıştı. Bazen sen belirdikten 45 saniye 23 salise bazense 1 dakika 33 saniye 56 salise; ancak zaten bekliyorsam seni, gelir gelmez. Ben mi yanlışım, griden gelen mavilik değil miydin sen? Canlı olmayan, bana gelensin sen, bir anda var olan ve canlılığı arayan. Nedir şimdi bu farklılık? Her an tetikte bulunduğunu söylediğin seni iyice anlayayım diye beyazlıkla sarılmışsın. Parlıyorsun, korkuyorum. Hatırlıyor musun? Araba farları sana vurduğunda arkama saklanıp ne olduğunu sorduğunu, sana gülmek istememiştim ama yine de yaptım. Belki de bu yüzden ışığın beni kör edercesine ulaşıyordu gözlerime, özür dilerim. Öyle bir an var oldu mu bilmiyorum bile. Bunun için de, özür dilerim. Merak ediyorum, neden bir kere bile açamadım kapı sana? Gelmeni umduğum zamanlar olduğunu bilircesine belirir, beklemediğim anı yakalar gibi orada olurdun. Orada, nerede? Nihayetinde benim umuduma gelmediğin açıktı ama bunu düşünmeden olurdun sen. Sana haksızlık ediyorsam af diliyorum lakin eğer düşünüyor olsan “gelir gelmez” oluşmazdı. O ânı daha saliselerine kadar ölçmeye çalışan sen içindi “gelir gelmez”. Nihayetinde sen bir kâbustun ve uğruna yapılacak her şeyi reddetmek asıl “sen” idi. Canlı çiçekler için fazla soluktun kendince, yapaylar içinse niteliksiz. Bu yüzden tanıklık edebildiğim ilk bitkilerle etkileşiminde rol oynayan çiçekler kurumuştu susuzluktan, ben yapmıştım. Sırf sen de canlılığı bir zamanlar tadımlamayı kendinde bulundur diye. Ne de olsa aradığın var olmak değildi, canlılığı bulmaktı, öyle miydi? Bu gerçek beni incitti. Ben senin var oluşundum.
Sana katacağım çiçeklerin bile haberi yoktu senden. Yavaşça inivermiştin toprağa, ne dallar direndi ne yapraklar, ne de çiçekler ezildi.Onlar buradaydı, peki ya sen? Neden kaçmamışlardı, incitebilirdin onları, her ne kadar farkında olmasanda. Zarar görmemişti hiçbiri. “Nasıl olur?” dediğimde “Onlar beni anlayamaz.” demen yetmişti. Nitekim “O çiçekler beni hissetmedi, yanlış gördün. Düşmedim.” demediğin sürece her şey kabulümdü. Anlaşılmak zorunda mıydık ki, sana kalan binlerce satırım senin bile anlamaman içindi. Sen, fark edilmemiştin ve kendini açığa veren hiçbir şey hakkında söz etmemiştin. Belirgin olmak, sende ne anlam ifade ediyordu öğrenmek istiyordum.
Bana bu ânın geleceğini daha önce söylemiştin, eğer aklımda herhangi bir hatıra doğarsa da bunun yalnızca sen olduğunu bilmem gerektiğini. “Bir kere siyah, 4 kere gri, 2 kere beyaz ayrıldık biz seninle. Ve beyazın ardındaki boşluğa ulaşana kadar tekrar tanışacağız, tekrar, sen senken ben biraz daha aydınlanmış boşluğun ardından gelen olarak.”
Her seferinde benden alarak kendine kattığın canlılığı bir tutam hissedebilmem için getirmiştim "ben"i sana. Seni reddederken siyah, araftayken gri ve kabulümle beyazlara yöneliyordun.
Benden aldığınla bana dönmen ne kadar gerçek bilmiyorum, yitirdim. Ancak senin bana sunduğun var oluş, kaybettiğim canlılığımdan çok daha kıymetli. Yaşamı eksik bir canın, senin varlığına ulaşabilecek olması ne mucize dolu hem. Umudum o ki sen benim canlılığımla nefes bulurken ben senin eşiğinde soluksuz kalabilirim.
2 dakika 57 saniye geçti, gölgeye çekildiğimi hissettim, karanlığa. Yorgun, tükenmiş ve adeta bir budalaymışçasına kendimden sıyrılıp kendime katıldım.
Sen neydin, nedendin bilmiyorum. Ama ben, seni yaşamıştım.