Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal FED İLE YAŞAMAYA DEVAM

FED İLE YAŞAMAYA DEVAM

Haftalardır beklenen 16/17 Eylül’deki FED toplantısında, küresel ekonomik durumun özellikle gelişmekte olan ülke ekonomilerin kırılganlıkları ve istikrarsızlığı, finansal piyasaların volatilitesi ile ABD enflasyonunun ne yönde ve oranda gelişme göstereceğinin tam olarak anlaşılacak düzeye gelmemesi neden gösterilerek faiz artırımının ertelendiği kararı açıklandı. Tabi ki ABD ekonomisinin verilerinin son zamanlardaki gibi bazılarının olumlu bazılarının olumsuz çıkması, Yellen’i faiz artırım kararı verdirecek kadar cesaretlendiremedi. FED’in faizleri artırmaması kararında ağırlıklı olarak küresel ekonomideki üretim bazlı yavaşlama, Çin kaynaklı düşük büyüme ve emtia talebinin dünya ekonomisini ciddi boyutta resesyona sürükleyebileceği ihtimali, bol ve ucuz dış kaynaklarla (başkalarının parasıyla) yaşamaya alışmış gelişmekte olan ülkelerin ekonomik yapılarının sağlamlığını test etmek istemesi yanı sıra, işsizlik oranında (% 5.1) beklenen başarıyı yakalamalarına rağmen ABD ekonomisinin bir türlü %2’ler düzeyine yükseltemediği enflasyonla (şimdi %1 düzeyinde) ilgili biraz da zamana bırakma isteğinin yattığını düşünüyorum. Çünkü kendi ekonomilerinin beklenen düzeye gelmediği bir ortamda ve bir de faiz oranlarını artırmaları halinde, zaten yıllardır bol ve ucuz dış kaynak kullanmalarına rağmen cari açıklarla boğuşan, ekonomilerinin yapısal sorunlarını çözemeyen gelişmekte olan ülkelerin, yüksek maliyetlerle borçlanma zorunda kalacaklarından dolayı, global ekonominin daha da durgunlaşacağı ve sonuçta hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerin zarar göreceği endişesiyle, şimdilik faiz oranlarını yükseltemedi. Bu kararın ne anlama geldiğinin önemini kavrayan, içinde bulunduğu üretimsizlik, işsizlik ve ucuz dış kaynakların kullanımı sonucu ekonomileri pamuk ipliğine dayalı gelişmekte olan ülkelere zaman kazandıracağı, kısa süreli oksijen işlevi sağlayacağı ortada. Bu ülkelerin bir an önce ekonomik sorunlarını kalıcı nitelikte çözme yolunda girişimlere başlamalı; kaynaklarını eğitim, bilim, teknoloji, AR-GE yatırımlarına hiç vakit kaybetmeden yönlendirmeleri, uzun lafın kısası en sağlıklı kalkınma ve büyümenin ancak ülkelerin kendi öz kaynaklarına dayalı ve uyumlu olmasıyla sağlanabileceğini anlamalarıdır.

          Bundan sonraki Ekim ayında yapılacak FED toplantısında, gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ekonomilerinin genel durumunda iyi veya kötü diye nitelenebilecek keskin gelişmelerin ortaya çıkması pek beklenmediği için faiz artırımı kararının, düşük oranlı olarak da kabul edilse (% 0.25) bu yılın son toplantısı olan Aralık ayında uygulamaya konulması kaçınılmaz görünüyor. ABD’de enflasyonun seyir sürecinin ve hane halkı harcamalarının takip edilip ne yönde bir gelişme göstereceğinin tahmin edilmesi, Çin merkezli durgunluğun ve etkilerinin boyutunun gözlemlenmesi ile piyasalardaki volatilitenin sona ermesinin iki ayı bulacağının beklenmesi, faiz artırım kararının 2015’in Aralık ayında uygulamaya konulacağını güçlendiren faktörler olarak sayılabilir.        

          FED kararları tartışmaları arasında diğer ülkelere de bir göz atalım. Çin’in dünya ekonomilerini de endişeye sokan durgunluğunu pekiştiren sanayi üretim artış oranının yıllık olarak beklentileri karşılayamaması, sabit sermaye yatırım hızının yavaşlamasının sürmesi küresel ekonomi için istenmeyen gelişmeleri oluşturuyor. Adeta dünyanın fabrikası niteliğindeki Çin’in emtia talebindeki düşüklüğe bağlı olarak özellikle sanayi üretiminin yavaşlaması, dünya ekonomilerinin de durgunluğa girmesi demek. Bu da küresel durgunluk, finansal istikrarsızlık ve pahalı dış kaynak temin edilmesi anlamına gelmekte. Temennimiz Çin’in kısa sürede istikrarlı ve yüksek büyüme trendini yakalaması.

            S&P tarafından uzun vadeli kredi notu durağan olarak açıklanan Japonya, ekonomisini canlandırmak amacıyla piyasaya pompalanan büyük miktarlardaki paralara rağmen deflasyonist girdaptan kurtulamamanın sıkıntılarını çekiyor. Bu sarmaldan Yen’in değerini düşük tutup ihracatı artırarak, durgunluktan kurtulmaya çalışıyor, sonucunu zaman göstereck.       

            Draghi küresel durgunluktan AB bölgesini kurtarmak adına sürdürdüğü varlık alım programını genişleteceğini duyurması,  Avrupa ekonomisin gelecekle ilgili beklentilerine olumlu anlamlar yükledi. Bu beklentinin üretim ayağıyla güçlendirilerek istihdama yansıtılması, Çin’den kaynaklanan yavaşlamayı küresel ölçekte elimine edebilir. Coğrafi olarak da içinde bulunduğumuz ve önemli ticari partnerlerimizden olan Avrupa’nın büyüme oranının yükselmesi ülke ekonomimiz içinde olumlu şüphesi olumu bir gelişmedir.

            İşsizlik, yüksek enflasyon, iktisadi durgunluk, ihracatın yavaşlaması, dış ticaret açığı, cari açık, sabit ve doğrudan yabancı sermaye yatırımların düşüklüğü, sıcak paranın güvenli ekonomi limanlarına gidişi, CDS primlerinin yüksekliği, yüksek dış borç, özel sektörün yüksek döviz açık pozisyonu, ülkelerin yerel paralarının değerlerinin düşmesi ve istikrarsız seyri gibi gelişmekte olan ülkelerde görülen ekonomi hastalıklarının tamamı ülke ekonomimizde de aynen yer alıyor. Fazlası var, bunlara siyasi belirsizlik ve terör olaylarını da eklediğimizde, diğer gelişmekte olan ülkelerden negatif olarak ayrışmamızın sebebi kendiliğinden ortaya çıkıyor. Siyaset ortamını normalleştiremedikten, ekonominin gereklerini yapmadıktan ve toplumsal birlikteliği sağlayamadıktan sonra ülke olarak bir adım ilerlememiz mümkün değil. Yukarıda sayılan sorunları çözmeyi başaramazsak hem yurtiçi hem küresel düzeyde her türlü etkilere karşı zayıf konumda yakalanırız. Sonra ne mi olur? Toplumsal hoşgörüsüzlük, güvensizlik ve bozulan huzurun zirve yapmasına bağlı olarak; siyasi çekişmeler, terörün süreklilik kazanması, küresel sermayenin ülkemizi terk etmesi, yerli ve yabancı doğrudan sabit yatırımların spekülatif alanlara yönelmesi, işsizlik, fakirlik, pahalılık ve üçüncü dünya ülkeleri arasına düşmüş bir ülke; Türkiye!...   

Soru: Faiz oranı artınca, spekülatif para talebi de artar mı? Neden?... 

Sözün Gözü: Kişi ancak kalbinin temizliği kadar adamdır.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal Arşivi