Diyanet Neden Geç Kaldı?
Sayın Cumhurbaşkanımız, FETÖ’nün okul ve camilerdeki boşluğu kullanarak çalışmalarını yürütmesi konusunda çok güzel tespitlerdeve, tabiri yerindeyse, bir yakınmada bulundu: “Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuda çok ama çok geç kalmıştır. Defalarca bu ikazları yaptık, özel görüşmelerimizde yaptık. Özellikle Güneydoğu, Doğu. Buralardaki çalışmalarda geç kaldık.” Çok anlamlı bir eleştiri bence… Defalarca ikaz edilmiş ve özel görüşmelerde de hatırlatılmış olmasına rağmen bir şey yapılmamış olması korkunç bir ihmal….Geç kalma sadece bu konularda kalsa iyiydi. Resmî kurumlara dinî hassasiyetli kreşler gibi birçok konuda hep ilk adımı atan onlarmış meğer. Mesela Diyanet İşleri Başkanlığı gibi büyük bir kurumun kreşi dahi yokmuş. Daha geçen yıl açıldı ama orada çalışan kreş hocaları da “özel” kreşlerde gördükleri ikbali ve saygıyı görmediklerinden yakınıyorlar, birçoğu işinden ayrıldı bile… Bu ve benzeri şeylere baktığınızda “onlardan boşalan işler takib ediliyor âdetâ” demekten kendinizi alamıyorsunuz…
Geç kalmanın pek çok sebebi olabilir ama benfakir, şöyle bildiğim hususlar zaviyesinden baktığımda ilk aklıma gelen şu oldu: Diyanet İşleri Başkanlığı çok büyük bir teşkilat ve oraya yıllarını, ömrünü vererek çalışan, kazandığı mesleki tecrübeyle daha ileri işler yapmak isteyen bunun için de daha çok yetkiye sahip olacağı konumlar bekleyen özverili çalışanları var. Ama gelin görün ki yeniden yapılanma sürecinde buralara genelde Diyanet’i hiç mi hiç tanımayan, halkala ilgilenmeyi vakit kaybı ve züll olarak gören, hatta Diyanet çalışanlarını dahi “halk” olarak görüp küçümseyen birçok akademisyen yerleştirildi. Kendim de bir akademisyenim ve bir akademisyenin becerilerini –beceriksizlerini gayet âdil bir şekilde değerlendirebileceğimi düşünüyorum: Onların hep yazacak çizecek makaleleri ve kitapları vardır. Büyük bir kısmı öğrencilerin teneffüslerde odasına gelip bir şey sormasını bile “vaktini almak” olarak görür (Vaktini almadığınız zaman da bari ilmi çalışma yapsa… Veya derslerine vaktinde girip çıksa… Nerdeen… 5-10 dakika geç girer, teneffüs giriş-çıkışları derken 30 dakika ders yapsa iyi… Arkadaşlarıyla oturup araba fiyatlarını, futbolu konuşanlar, yıllarca tek bir makale yazmamış olanlar, hatta profesör olunca kütüphanesindeki kitapları dağıtanlar dahi var… Bütün bunlardan, derslerine ve çalışmalarına titizlik gösteren öğretim elemanlarını tenzih ediyorum.) Belki de gördüğü en büyük idarecilik, öğretim üyelerinin ders ücretlerini hesaplamak ve zaman zaman hiçbir işe yarar şeyin konuşulmadığı akademik kurulllar yapmak olan Bölüm Başkanlığı veya Fakülte Yönetim Kurulu üyeliğidir. Hem Diyanet’i tanımasın, hem de durumu bu olsun ama yine de Diyanet’te en üst pozisyonlarda olabilsin… Bu durumda, bu kişi Diyanet’i tanımak, yeni projeler geliştirmek için hangi değerli vasıflarını kullanacak söyler misiniz? Diyanet’i çok iyi tanıyan ve çok güzel işler yapabilecek/yapan akademisyenleri tenzih ederek, istisnalar kaideyi bozmaz diyerek bu hususla ilgilenilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Ha bir de,DİB’de bazı görevlere gelmeniz için, meselâ bir İl Müftüsü olmanız için tanınmış, çevresi olan bir profesör olmanız bazen yeterli olabiliyor ama bayan profesörler, istedikleri kadar profesör olsunlar,Diyanet’teki bir pozisyon için, meselâ, değil Müftü olmak,“İl Müftü Yardımcısı” olabilmeleri için çok ağır sınavlardan geçmeleri gerekiyor. Yani burada kadının profesör olması yetmiyor. Üst mevkilerde olmakta kriterlerden birisi profesör olmak ise, bu, bayan profesörlerden neden esirgeniyor? Profesörlüğün yeterli olamayacağı sıra bayanlara gelince mi hatırlanıyor? Bunu anlayamıyorum. Birisi bana bunu açıklayabilseydi keşke… Adaletsizlikler üstüne kurulmuş hiçbir iş veya kurum başarılı olamaz….
Meraklısına not: Buarada, meraklının birisi “acaba müftü yardımcısı mı olmak istiyor” diye düşünmesin diye söylüyorum: Bana göre şu an, müftülerin de yardımcılarının da yaptıkları bir kadının yapacağı/yapması gereken şeyler değil. Kadının çok fazla evinin dışında olmasını gerektiren hiçbir işi kadın için uygun görmeyen bir zihniyetim var. Ama burada “kuralın mantıksızlığını” tartışıyorum. Vesselam…