Bir gül, gözyaşlarıyla kendini yıkıyordu. Ağlıyordun
Yürüyorduk. Elinden tutmuştum. “Tökezliyorum, beceremiyorum” diyor ve ağlıyordun. Oysaki özgürlüktü ağlaman; yüreğindeki bahara, kalbine sahip çıkıyordun. “Kalbimiz vatanımızdı ve insan ancak vatanın da özgür oluyordu.” Bizi ağlattıklarında değil biz ağladığımızda –ki bunun duaya benzer bir yanı da vardı- temizleniyor, diriliyor, insana değil kalbimize yaslanıyorduk.
Bir gül, gözyaşlarıyla kendini yıkıyordu. Ağlıyordun.
Gözyaşlarını silmiyor, elini daha bir sevecen ve şefkatle tutmaya devam ediyordum. Gündüzün yükünü, gecenin kasvetini yüklenmiş omuzlarına bakıyor, sessiz, içli, çiğ tanelerine benzeyen gözyaşlarını hissediyordum. Ben kitaplarda cümlelerin altını çizerken sen tutup gönlümün altını çiziyordun, bilmiyordun. Adımlarımız ve ağlaman sessiz, fakat yüreğimde kanat çırpan kuşlar çok ses çıkarıyordu. Seviyordum. Kelimesiz, sessiz, alfabesiz seviyordum. Gönlümdeki kuşların kanat seslerinden anlıyordum bunu. Seni sevmek de benim özgürlüğümdü, seni kalbime, seni vatanıma çağırıyordum.
Bir gül, gözyaşlarıyla kendini yıkıyordu. Ağlıyordun.
Yağmur baharın, yağmur toprakta var olan her şeyin özsuyuydu. Yağmur yıkayan, temizleyen ve besleyendi. Gözyaşımız da aynıydı, farklı değildi. Ruhumuzun özsuyu da merhametti ve merhamet ki dönüp dolaşıp ağlamaktan ve duadan geçiyordu. Gökkuşağı ise yağmurlardan sonra açan güneşin bize hediyesiydi. Yağmurdun, bahardın, hediyemdin.
Bir gül, gözyaşlarıyla kendini yıkıyordu. Ağlıyordun.
Hepimizin bir saklısı, hepimizin bir yarası vardı. Her şey bizim içindi, her nehir bir denize dökülüyordu. Merhemimiz sevgi, sargı bezimiz merhamet olunca iyileşiyorduk. Hüznünün kök salmasını istemiyordum. Kök salması gereken umudumuz olmalıydı. Durmuştuk. Diğer elini de tutmuştum. Sonra avuçlarını öptüm. “Yine ağlayacaksın ya, seni ağlatan ben olmayacağım,” demiştim. İçimden içine, vatanımdan vatanına kelimesiz, sessiz ve alfabesiz cümlelerle seni sevdiğimi söylemiştim ve “seni seviyorum” demek, benden emin olmalısın demenin diğer adıydı.
Bir gül, gözyaşlarıyla kendini yıkıyordu. Ağlıyordun.
Sen hüzünden, ispat etmekten, kazanmaktan, haklı çıkmaktan yanayken, “ben senden, ben aşktan yanaydım.” Oysaki mutlu olduğunda, “narin bedeninin içinde bir sürü çocuk” var oluyordu. Kaldırımda, ellerin ellerimde, öylece durmuş, yorgun menekşelere benzeyen gözlerine bakıyor, o içindeki küskün çocukların ortaya çıkmasını istiyor ve bekliyordum. “Kadın kalbinin şaşılacak gücü ve cömertliğinin bir kanıtı” olarak, ilkbahar güneşine benzeyen bir gülümsemeyle gülümsemiş, aynı kelimesiz, sessiz ve alfabesiz cümlelerle vatanıma seslenmiştin: “Bende seni ağlatan olmayacağım!”