Digital alemde yazmanın dayanılmaz hafifliği
Vira bismillah diyerek Ankara'da memur olarak İş ve işçi Bulma Kurumu Genel Müdürlüğü Ankara Şube Müdürlüğünde çalıştığım günlerde yazı hayatına giriş yapmıştım. Bilge insan, şair ve yazar merhum M. Akif İNAN başkanımla memur sendikacılığı yaptığım ve rahle-i tedrisinden geçtiğim bereketli günlerdi. Başkanımın tensipleri ile 1999 yılında Memur Sen konfederasyonu adına Basın Yayın ve Tanıtım Genel Sekreter Yardımcısı olarak Oknos dergisinde memurların sendikal hakları bağlamında ilk kez makale yazmıştım.
O yıl bereketli bir dönemdi. Memur Sen Konfederasyonunun dergi editörlüğünü de yapmış ve bir makale yazmıştım. Yine Memur Sen adına ilk sosyal ve bilimsel araştırma raporunu Büro Memur-Sen Genel Başkan yardımcısı ve Siyaset Bilimci olarak yayınlamak bana nasip oldu. Ankara’da Emek platformunun düzenlediği Türkiye tarihinin en büyük katılımlı mitingine ait tüm çalışmalara Akif İnan başkanım ile beraber emek platformu uzmanı olarak katıldım. Eyleme dair Memur-Sen konfederasyonuna ait miting broşürü, bildirileri, yürüyüş sloganları ve afişlerini yazdım. Memur-Sen konfederasyonu kortejinde 8 yaşındaki kızı ile “memuruz köle değiliz” yazılı slogan ile en önde yürüyen tek kişi acizane bendim.
1999 seçimleri öncesi alanında ilk olan bir siyasal araştırma raporu hazırladım. 1999 genel seçimlerine katılan a’dan z’ye tüm siyasal parti genel merkezlerini ziyaret ederek hazırladım. Bu rapor henüz kapsam ve içerik olarak örnek bir çalışma ve ikincisi yazıl(a)mayan bir Siyasal Partiler araştırmasıdır. 1999 seçimlerine giren tüm Siyasal Partilerin parti programı ve seçim bildirgelerini inceledim. Raporun başlığı “1999 Seçimlerine Katılan Siyasal Partilerin Seçim Bildirgelerinde Kamu Çalışanlarının Sendikal Örgütlenmeleri Karşılaştırmalı İnceleme Raporu idi. Raporu ve değerlendirmelerimi Konya’da Memur-Sen adına ve emek platformu bileşenleri ile birlikte düzenlediğim basın toplantısında açıkladım. O gün için beş yerel tv kanalı ile yerel ve ulusal basının tamamında flaş araştırma olarak yankı yaptı.
1999 yılında Ankara’da yerel TV' de emek platformu başkan yardımcıları olarak canlı yayına katıldım. Açık oturumda SSK’nın aktüeryal yapısı üzerine araştırma raporumu sundum. Mezarda emekliliğe hayır başlıklı konuşma yaptım. M. Akif İNAN başkanım ile birlikte ziyaret ettiğimiz Çorum, Samsun, Kütahya, Balıkesir ve İstanbul/Sultanbeyli’ de üyelerimize yönelik sendikal eğitimlerde konuşmalar yaptım. Kütahya’da Memur Sen konfederasyonu adına radyoda 1 Mayıs günü hakkında emek odaklılık başlıklı alanında ilk olan konuşmayı gerçekleştirdim.
Geride kalan çeyrek asırlık zaman diliminde Konya’daki farklı gazetelerde Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi etkinlikleri kapsamında yazılar yazdım. Tarihi ve kültürel mirasımız hakkında dosyalar çıkmasını sağladım. Mezun olduğum Siyasal Bilgiler camiasını temsilen Siyasal Vakfı ve İSBFMEZDER’i temsilen iki kez anayasa çalıştay raporları hazırladım ve “Siyasal Buluşmaları” adına basın açıklamaları yaptım. Çalıştığım Türkiye İş Kurumu Konya İl Müdürlüğü adına tüm yerel medya kuruluşlarında istihdam, işsizlik ve kariyer danışmanlığı konularında da yine bir ilk olarak açık oturumlara çıktım. Kurumsal boyutta işsizlik sigortası, Toplum Yararına çalışma programları hakkında basın açıklamaları yaptım. İkamet ettiğim Meram Gödene Toki’deki sorunların çözümü için sosyal medyada ve yerel basında bir çok kez yazılar yazdım.
Bu süreçte kent gündemine dahil olma konseptinde acizane bir tanınırlık ve görünürlük çizgisi oluştu. Siyasal Bilgiler Fakültesinde Siyasal İletişim ve Kitle İletişim dersleri aldığım Prof. Dr. Ersan İLAL hocamın katkısı oldukça fazladır. Allah rahmet eylesin hocamdan aldığım feyz ile sendikacılık ve kurumsal çalışmalarda teoriyi pratiğe taşıdım. Halkla ilişkiler, Pr ve CRM denilen ölçekte ciddi bir rezonans oluşturdum.
Kitle iletişim ve medya ile etkileşim konusunda bu süreçte onlarca metin okudum. Medya ile ilişkiler ve görünürlük demişken Marshall Mcluhan ve ve Andy Warhol’u anmadan olmaz. Dünya artık global bir köy ve Warhol’un dediği gibi artık 15 dakikalığına herkes medyada meşhur olacaktır klişesinin farkında olarak adımlar attım. Yüzeysel bir görünüş yerine bir bilgi potansiyeli üzerine inşa edilmiş bir var oluş ve yer alış paradigması geliştirdim. (https://www.yenihaberden.com/kitap-okumanin-gunu-olur-mu-15371yy.htm)
Bu geniş parantezi bilgi derleme, okuma, yazma, eyleme geçme bağlamında nereden yola çıktım diye geniş tuttum. Derler ya herkesin yeryüzünde bir hikayesi ve serüveni var. Bir de malum bizde herkes okur ama yazmaz iken digital kültür çağına girişimiz ve internetin yaygınlaşması ile herkes bir şeyler yazar oldu. Özellikle klasik ve konvansiyonel medyada yer almak sade vatandaş için sıfır derecesinde iken sosyal medyada paylaşım yapmak ve yazmak birdenbire popüler oldu.
Önce internete bağlanan bilgisayarda sonra mobil olduğumuz ve şimdi akıllı olan telefonlarda olmayan bir şey yok ki? Malum, Akıllı cep telefonları halen entegre bilgisayar, foto makinesi, video player, arşiv, iletişim ögelerini entegre bir araya getiren bir mültimedya aracına dönüşmüştür. Aynı zamanda telefonu bir platform olarak kullanıp digital yayın yapma gibi bir cephesi de var. Bu insanların bende varım, beni de dinleyin şeklinde evrene, takipçilerine yolladığı ve ontolojik var oluş işlevini de gayet iyi tutturan bir şey. Bunu kullanarak demokratik katılım, sosyal tepki, bilgiye erişim, etkinlik planlama gibi olumlu ve internet demokrasisi olarak adlandırılan şöyle ya da böyle tutarlı ve iyi bir olgu da var.
Artık her bütçeye göre kol saati gibi ailenin her ferdinde cep telefonu bulunuyor. 1960’lı yıllarda mesela kol saati pahalı ve herkes alamaz iken saat ile poz veren ve foto çektiren babalarımız ve dedelerimiz oldu. Adeta sınıfsal bir prestij göstergesi olan da bir yanı var. Benim şeyim senin telefonunu döver gibi, Iphone olan ile olmayanlar gibi. Rahmetli babam mesela liseyi bitirince mezuniyet hatırası olarak Seiko marka tam otomatik kol saati hediye etmişti. 1981 yılında lisede sınıf arkadaşımın çoğunda kol saati yoktu. 1975-78 yıllarında Karma ortaokulunda okurken 50 kişilik sınıfta ise hiç kimsede kol saati yoktu. 1970-75 yılları arasında Şehit Sadık ilkokulunda okurken öğrencilerin tamamında zaten saat yoktu.
Bir zamanlar ülkemizde önce sinema, sonra TV, video, renkli TV, bilgisayar ve günümüzde internet ve akıllı telefon üzerinden felaket tellallığı yapmak sık görülen bir tutumdur. Konya’da çok iyi hatırlıyorum 12 Eylül öncesinde 1970’li yılların sonunda ahlak elden gidiyor diye bazı camilerde vaazlar verilirdi. Bu vaazlar teyp kasetleri ile çoğaltılırdı. Hızını alamayan bazı kişiler çatısında anten olan evde bir şeytan vizyon ve fitne vizyon aleti var demektir. Eğer olur da çağırırlarsa bu evdeki dini nikaha, cenazeye, sünnetine gitmeyeceğim diye güya emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker yapan din görevlileri oldu.
Bugün ise İnstagram, Youtube, Tik Tok, Facebook gibi sosyal mecralardan yayın yapan, podcast sesli yayın, radyo ve internet tv kanalı kuran birçok islami orijinli dernek, vakıf, cemaat gibi tüzel kişiler ve bireysel yayıncılar var. Evlerdeki antenlerin yerini uydu antenleri, kablolu yayınlar, internet yayınları ve herkesin elinin altındaki telefonlar aldı. Artık ne başka bir meslek grubu ne de bir din/diyanet görevlisi artık toplumu bu yönde eleştirmiyor. Çünkü sinema, kaset, video, bilgisayar ve internet gibi teknolojik gelişmeler karşısında öne sürülen ahlak bekçiliği tutumu ve boykot çağrıları yanlıştı.
Digital kültür çağına elin gavuru bizden en az çeyrek asır önce girmiş, onlarca kitap, film, distopya romanlar ve ta 15.yüz yıldan gelen ütopyalar üretmişler. Kamuoyunda zaman zaman muhayyel bir üst aklın (.!?) ülkemizi ve değerlerimizi bozacağı korkusu üzerinden itiraz ediliyor. Sıklıkla vakit ve zaman kaybı üzerinden sorun var deniliyor. Digital içerikteki bazı müstehcen, müstekreh noktalar ve teşhircilik görüntüleri üzerinden de toplumda haklı itirazlar yükseliyor. İçerik sağlayıcıların yanlış ve topluma zararlı içerikleri, post truth ve sahte caps, link ve metinleri daha net kontrol etmeleri yegâne çözümdür.
Yüzeysel, ıvır zıvır, malayani, geyik muhabbeti için telefon kullanan da pek çok ama bunlardan yola çıkarak teknoloji karşıtlığı üretmek ve felaket tellallığı yapmak hiç ama hiç anlamlı değil. Üstelik bu karşıtlığı aynı telefonu, interneti, digital yayıncılığı kullanarak yapmak abes bir tutum değil mi? Bir de bunu başkaları bağımlı ve yanlış kullanıyor. Sadece ben doğru kullanıyorum edası ile yazıp çizmek ve karanlık bir distopya üretmek ne kadar tutarlı? Üstelik eleştirilen teknolojiyi kullanarak yaygınlaştırmak ise garip bir paradoks halidir. Esasen bu tür tenkitleri dillendirenlerde bir teknoloji bağımlılığı ve bir akıl tutulması cari olmasın?
Söz meclisten dışarı ezbere konuşmak yerine internet, bilgisayar, telefon bağımlılığı kimde olur, ne zaman olur, hangisi hastalıklı ve marazi durumda olur buna psikolojik ve tıbbi tedavi yönünden bakmak gerekir. Akıllı telefon kullanmak öncelikle güncel, modern ve basit bir iletişime yarıyor. İnsanlar online olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayrılıyor. Herkes off-line olmak istemiyor. Bu durumda herkes birkaç saati çoktan geçer biçimde haberler ve sosyal meralarda sörf yapıyor, yayın yapıyor veya paylaşım yapıyor, hepimiz story paylaşıyoruz. Yüz yüze iletişim ve sohbetin yerini digital iletişim almış durumda ve doğumdan ölüme hayatın her boyutunu hatta kişinin intihar edeceğini bile önce sosyal medyada duyuyoruz.
O halde bu durum normal bir şey mi? psikolojik bir hastalık mı? Cazibe kaynağı mı? Dünya onun içinde mi? Kim oyun oynar, kimi habere bakar. Kimi sosyal mecrada kim ne yapmış diye teşhir edilene bakar, kimi de aktif içerik üreticisi olabilir. Burada olmak niye popüler ve trendy diye antropologlar, sosyologlar ve psikologlar tarafından irdelenmesi gerekir. Kimi araştırmalar diyor diye başlayan ve akıllı telefon yüzünden insanların baş parmak eğriliğine, kimi sinyal dozunun beyne zararına, wifi sinyallerinin kötülüğüne, selfi çekiminde burnu büyük ve çirkin çıkıyor diye kuruntuya kapılanların estetik cerrahlara gidip yüz ve burun estetiği yaptırdığı gibi söylemler medyada çok çıkar. Ancak hiçbirinin bilimsel ve rasyonel olarak saptanmış bir zararı ve karşılığı yoktur.
Ya da ben sadece mesaj alır, telefon açarım, sosyal medya beni bozar diyen bazı kişilerin son model akıllı telefon kullanmasına ne demeli? Böyle deyip sosyal medyada yer alanları da çok gördüm. Bazı dostlarıma nazımı çektikleri için dedim ki madem sen basit bir kullanıcısın git takoz model denilen bir Nokia al. Mesela 1100 veya 3310 modelini seç. Hem ucuza alır hem de bir hafta şarz derdi olmadan kullanırsın deyince afallayıp şaşıranlar da oldu.
İçerik üreticisi olarak İnternet demokrasisi ve interaktif etkileşim yoluyla da bende dahil birçok kimse de yazma işlemi aktif bir sürece dönüştü. İşin birde konvansiyonel medyada araştırmacı-gazeteci yönü ve yerel/ulusal televizyonlarda sıkça görülen Araştırmacı-Yazar şeklinde kullanılan klişe tarafı var. Fakat bu bir pozisyon ve meslek ise eğitimi, diploması ve ihtisas sahası açık uçlu görünüyor. Köklü bir istinat noktası da olmayan ve söz meclisten dışarı "önüne gelenin kullandığı" dezavantajlı bir kavram. Bir akreditasyon kurumunun icazeti de olsa fena olmaz. Bir tür günce veya blog yazan şekliyle yazarlığın yaygınlık bir süreçten de söz edilebilir.
Bu bağlamda yaşantımın ikinci bahar evresi olan emeklilik sonrası 2023 yılından beri 62 haftadır aralıksız Yeni Haber gazetesinde köşe yazısı yazıyorum. Konya kent kültürü ve tarihi üzerine de onlarca araştırma ve haber dosyası yayınladım. Bazen kendime öz eleştiri yaparım. Neyi araştırdın ki kamuoyuna duyurmak ihtiyacı duydun? Önemli olan hangi çıkarımlarda bulundun ve hangi potansiyel sahibi olarak Araştırmacı ve Yazar sıfatını taşıyacak olgunluğa geldin mi?
Bu vadide içindeki “öz” ün “gür” leyerek efkar-ı umumiyeye özgür ve özgün bir çıkış sergileyecek hangi düzeye ulaştın? Kompozisyon stili, edebi bir tarz sahibi olma, akıcı bir üslup ile insanlara seslenmek potansiyeline eriştin mi? Eskilerin belagat ve fesahat ile konuşmak dediği çizgiyi yakaladın mı? sayın Tokgöz denilebilir. Şüphesiz leyli meccani olarak ve ivazsız garazsız olarak bir yolculuğa çıktım. Kendime ihtar olarak bilmiyorum demek erdemini en baştan beri taşıyorum.
Hülasa bazen kişisel birikim ve irfan potansiyelinin neşv-ü nema ile uygun bir mecra bulması da önemlidir. Yazar çizer, okur ama mecra bulamazsanız elde ettiğiniz bilgi, donanım ve çıkarımların bir kadr-ü kıymeti de olmayabilir. Bir halk türküsünde: “Seyyah olup şu âlemi gezerim, Bir dost bulamadım gün akşam oldu, kendi efkârımla okur yazarım, bir dost bulamadım gün akşam oldu” diye oldukça anlamlı bir duruşa, cemiyet içinde yalnızlığa ve takdir edilmemeye işaret edilir.
Bu anlamda kişisel birikim, gelişim ve bilgi potansiyelime değer atfeden ve yayınlayan Yeni Haber gazetesine ve Genel Yayın Yönetmeni sayın Lokman Koyuncuoğlu ve Yazı İşleri Müdürü Seyfullah Koyuncu 'ya hassaten teşekkür ederim.
Ümit Tokcan Bir Dost Bulamadım, Seyyah Olup