Devleti yaşatacak hassasiyet
Serlevha olarak, sosyal medya da dahil birçok alanda paylaşıp sahip çıktığım bir tespit ile başlamak isterim.
Millet Devletiyle var olur.
Devlet yoksa bu topraklar,
Bu Millete dar olur diye Devletime duacıyım.
Ve duamızı da edelim:
Allah Devletimize zevâl vermesin. Bu dua, yediden yetmişe milletimizin her bir ferdinin dili ile ülfet etmiş bir güzel duadır.
İnsanı yaşat ki devlet yaşasın, diyen Edebali’nin o güzel emanetinin eseri olan bu dua, devletin bekasının en eşsiz mayasıdır.
Mülkü devlet olarak görürsek, mülkün temelinin adalete dayandığını da görmüş oluruz.
Şuraya varalım o zaman:
Milletin evlatlarının dilindeki duaya halel gelmemesi için, devletin adaletten ayrılmaması, evlatların dilinde yalanın olmaması ve adaletin tesisinde kılın kırk yarılarak karar verilmesi gerekir.
Adaletin tesisi, insan dahil her şeyin doğru yere konulması ile mümkündür. Ehliyet bunun için elzemdir.
Şu da bir gerçektir ki; hükmün insan beyanına bağlı olarak verildiği yargı sisteminin tesis edeceği adaleti, beyanı yalan olan şahısların hak etmesi söz konusu olamaz.
Öyleyse, devleti yaşatacak olan adaletin tesisinde doğru insana ve doğru beyana ihtiyacımız var.
Ne yazıktır ki bu ihtiyaç gün geçtikte artmaktadır. Doğru insanın ve doğru beyanın aranır duruma gelmesi, ne acıdır!
Evet, adalet mülkün temelidir fakat doğru insan da mülkün yani devletin servetidir.
Bu servetin azlığı, mülke temel olan adaletin tesisine değil, mülkün çöküşüne sebep olur, Allah muhafaza!
İman ve beyan arasındaki bağın, adaletin tesisi ve devletin bekası açısından anlamını da ifade ederek bitirelim.
Beyan, imanı tahkim eder. İman, insanı tahkim eder. İmanı ile tahkim edilmiş olan insan, beyanı ile adaleti tesis eder ve de tahkim eder. Ve dolayısıyla imanlı insan devletini tahkim eder.
Yalan ile imanın aynı sinede oynaşmayışları boşuna değildir.
İmanı ile beyanı arasındaki kardeşliği canı gibi koruyan insanlar, bir topluluk değil bir millet olurlar.
Ve böyle bir milletin devletine de ölüm gelmez.