DENEKLİĞE DEVAM MI?!...
Dünya ve ülkemiz ekonomisi haftayı yine acabalarla geçirdi. Ülkemiz ve aslında tüm ekonomiler, FED’in faiz artırımına yönelik ekonomi politikalarını adeta papatya falı açma misali ne zaman uygulamaya koyacağıyla ilgili tahminlerle yatıp kalkmaya devam ediyor. Her hafta hatta neredeyse her gün açıklanan ABD, AB, Çin, Japonya başta olmak üzere ülkelerin ekonomi verileri, FED’in faiz uygulamasına geçeceği zamanı değiştiriyor, 2015’in Haziranı, son çeyreği, 2016’nın başı gibi. Üstelik FED üyelerinin açıklamalarının adeta dünyayla dalga geçer gibi birbirlerinin görüşleriyle ciddi çelişkiler içermesi de işin ayrı bir trajedisi. Açıklanan herhangi bir ekonomi verisi, hesapların sil baştan tekrar gözden geçirilmesine neden oluyor, çünkü artık dünyadaki yaklaşık 200 civarındaki ülke ekonomik açıdan birbiriyle göbekten bağlı durumda. Bu gerçeklikte ise ipin ucu ABD’nin elinde. Ondan sonra başta olmak üzere AB, Japonya, Çin, Rusya gibi ülkeler kendilerine biçilen role göre oyunlarını oynamak zorunda kalıyor. Tüm dünya renkli gözlü, sevimli görünüşlü, güler yüzlü bayanın ağzının içine bakar durumuna geldi. Dedik ya ipin ucu ABD’nin elinde. Her ülke eşit, özgür ama ABD daha eşit, daha özgür!
ABD’de açıklanan ekonomi verileri genelde olumlu gelişim gösterdi. Nisan ayı tarım dışı istihdam artışı beklenen oranda gerçekleşirken istihdam düzeyi yükseldi, işsizlik maaşı başvurularının azalması işgücü piyasalarının canlanmaya devam ettiğini destekledi. Küresel ekonomik faaliyetlerin yavaşlama içinde olmasıyla toplam talebin düşmesi petrol fiyatlarının da gerilemesine yol açtı. Çin Merkez Bankası ise ekonomideki yavaşlama süreci ve deflasyon tehlikesinden kurtulmak yine politika faiz oranlarını düşürdü. Zaten ekonominin canlanması bu gibi mali ve reel ekonomiyi canlandıracak adımların atılması bekleniyordu, üstelik daha da devam etmesi gerekiyor. EURO Bölgesi’nin ilk çeyrek büyüme oranı beklentilerden biraz düşük gerçekleşti. Bu sonucun ortaya çıkmasında en önemli faktör EURO Bölgesinin ABD’si konumundaki Almanya ekonomisinin yavaşlaması oldu. Ayrıca Fransa ekonomisi toparlanırken, Yunanistan’ın arka arkaya iki çeyrekte resesyondan çıkamaması ve uluslararası kredi kurumlarıyla anlaşma sürecin bir küs bir barışık seyir göstermesi, kısa ve orta vadede AB’nin başını ağrıtmaya devam edeceği anlamına geliyor. Üstelik AB EURO Bölgesi’nde sanayi üretim verilerinde düşme eğilimi sürerken.
Ülkemizin ekonomi verileri ise tüm dünya gibi FED’in etkisine endekslenmiş durumda. Ayrıca seçim süreci, TCMB kaynaklı tartışmaların hala sağlam bir tabana oturmaması, coğrafi konumumuzdan kaynaklanan riskler, etrafımızdaki siyasi ve sıcak kargaşanın devam etmesi (Ukrayna, IŞİD, Suriye Irak) gibi nedenlerden dolayı oynaklığını sürdürüyor. Tüm bu faktörler de ekonomik gelişim hızımızı olumsuz olarak etkilemeye devam ediyor, ihracatımızın gerilemesi, sanayi üretimimiz özellikle imalat sanayi üretimimizin düşmesi gelecek adına ekonomimiz için kötü bir sinyal.
Seçim süreci maratonunda sona yaklaşıldıkça, partilerin söylemleri hem sertleşmeye hem de eleştiri düzeyinin niteliği hızla düşmeye başladı. İlk bakışta bu söylemlerin etkilerinin ve öneminin hangi boyutta etkiler göstereceğinin önemi kavranmamış olabilir ancak siyasi atışmaların dozajının kaos ortamı meydana getirecek kadar agresifleşmesi neredeyse kavgada bile söylenmeyecek sıfatların kullanılmasının, ülkemizin siyasi ortamını bozmasının yanı sıra ekonomimizin tamamının fotoğrafının da kötü görünmesine yol açtığı kesin. Bir ülkede siyasi ortamın istikrarı bozulmuşsa ekonomik, sosyal, kültürel, kısaca toplumsal istikrarın sağlanmasının ihtimali yoktur. Bu durum başta kısa dönemde ekonominin genel dengelerini, orta ve uzun dönemde ise ekonomilerin büyüme veya kalkınma hızlarını düşürme yönünde etkiler. Bu durumda olan bir ülkede ekonominin genelinde üretim ekonomisinden (reel ekonomi) ziyade mali sektör ağırlıklı yatırımlara dayanan parasal ekonomi (tahvil, hisse senedi vb. ekonomisi) yani kağıt ekonomisi ön plana geçer. Ayrıca gayri menkul, altın gibi spekülatif amaçlı alanlara yapılan yatırımların artması, istihdam düzeyinin düşmesi olarak sonuçlanır. Halkın ülkesine, ülkesinin ekonomisinin geleceğine, kendi geleceğine olan güveni sarsılır, karamsarlık hakim olur. Bu duruma düşen bir ülkede gelir dağılımı, genelde nüfusun çok küçük bir kısmını teşkil eden spekülatif amaçlı yatırım yapan mutlu azınlığın lehine bozulur, toplumun geneli asgari ihtiyaçlarını bile zar zor karşılayabilirken, aynı zamanda tüm ülkenin Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) değeri olması gerekenden düşük gerçekleşir. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin müzmin çıkmazı olan; toplam hasıla düşük ise toplam gelir düşük, toplam gelir düşük ise toplam talep düşük, toplam talep düşük ise toplam tasarruf düşük, toplam tasarruf düşük ise toplam yatırım düşük, toplam yatırım düşük ise en başa dönülüp toplam hasılanın düşük düzeyde olması, ekonomi bilimindeki karşılığı olan fasit daire (kısır döngü) sendromunu kıramaması anlamına gelir. Bu girdaptan çıkmanın temel ve en önemli şartı 81 il, 78 milyon halkımızla toplumsal kalıcı barışı, birlik ve beraberliği temin etmektir. Şayet bu şart sağlanmaz ise yapılacak tüm seçimlerde meclisin nasıl şekilleneceğinin hiç mi hiç önemi olmadığı gibi uygulamaya konulacak tüm icraatların, alınacak tüm önlemlerin başarıyla sonuçlanma olasılığı sıfırdır. Bu temel konuda uzlaşı sağlandıktan sonra alınacak tüm önlemler, ülkemizi diğer ülkelerden pozitif olarak ayrıştıracak, ekonomide bir üst lige gelişmiş ülkeler ligine hızlı bir şekilde çıkaracaktır. Bundan sonra ilkokuldan başlamak üzere tüm eğitim sistemimizin sanayi üretimiyle organize bir bütünlük arz edecek şekilde dizayn edilmesi, teşviklerin ve tüm sübvansiyonların (mali yardım), siyasilerin kendi geleceklerini garantiye almak için yaptıkları yumurta mı tavuktan tavuk mu yumurtadan türünde yaptıkları kavgalara, seçim sürecine, popülist politikalara kurban edilmeyip ekonominin gereklerine göre dağıtılması, G7’ler grubuna kısa sürede yetişmemizi sağlayacaktır. Yeter ki biz ülke olarak, genel ortak çıkarlar konusunda birleşebilelim. Bu konuda başarılı olduğumuz ölçüde daha özgür bir şekilde politikalarımızı uygulayabiliriz, deneklikten kurtulup, baş olabiliriz.
Soru: Bütçenin siyasi işlevi tüm ülkeler için geçerli midir? Neden?...
Sözün Gözü: Kişinin karakteri değeri yada kişinin değeri karakteri kadardır.