Ömer Kocabaş
Ömer Kocabaş Çözümsüzlüğe mahkûm edilen sorunlarımız

Çözümsüzlüğe mahkûm edilen sorunlarımız

Ülkemizde çözümü kolay olan bazı meseleler ya ısrarla görmezden gelinip, ya da tamamen çözmek yerine günübirlik yapılan yamalarla idare edilmek isteniyor. İş böyle olunca da doğal olarak küçük meseleler bile zamanla büyüyüp çözülemez bir hâle geliyor.

Bu meselelerle ile ilgili o kadar çok somut örnek verebiliriz ki. Misâl, tarladan çıkan ürünün pazar veya markette kat ve kat daha pahalıya satılmaya devam edilmesi. Bu konuyla alâkalı herkesin kendince bir önerisi var. Yapılacak bir düzenleme ve birkaç aylık sıkı bir denetimle çözülebilecek, vatandaşın cebine doğrudan yansıyan, refahını ilgilendiren bu mesele nedense ısrarla nadasa bırakılıyor. Yetkililer şöyle çözeceğiz, böyle çözeceğiz diyorlar, her yeni Tarım Bakanı olan bir hevesle, iyi niyetle bir şeyler yapmaya çalışıyor ama ortada dişe dokunur bir çözüm yok.

Enflasyonla mücadele adına sözde binlerce firma yüzde 10 indirim kararı aldı ama bir Türkiye klasiği olarak yine bu indirimde de çeşitli oyunlar döndürüldü. Üç-dört harfli market zincirlerinde et, süt, yoğurt, yağ, yumurta, bakliyat gibi ürünlerde yüzde on indirimi göremedik. Mutlaka kendilerince indirim yapmışlardır. Sonuçta 1 liralık çikolatayı 90 kuruşa indirmekte yüzde 10 indirim sayılıyor. Maalesef bu yüzde 10 indirim meselesi de kısa zamanda sulandırıldı, vatandaşla adeta dalga geçen firmalar, üstüne bir de bakanlığa bedava reklamlarını yaptırdılar…

Çözümsüzlüğe mahkûm ettiğimiz bir diğer sorun da eğitim meselesi. Son 15 yıldır, fiziki anlamda eğitim konusunda çok büyük aşamalar kat ettik. Çok iyi okullar yaptık, teknolojik altyapıyı geliştirdik ama düzgün, istikrarlı bir eğitim sistemini bir türlü oturtamadık. Aslında kâğıt üzerinde en kolayı, hiçbir maliyeti de olmayan sistem meselesi nedense ısrarla istikrarlı bir hâle getirilemiyor. Bugün öğrencisinden öğretmenini, velisinden idarecisine herkes eğitim sistemimizden şikâyetçi ama çözüm yok. Onlarca çözüm önerisine rağmen, hep aynı şeylerin etrafında dönüp duruyoruz.

Adalet meselesi de ülkemizin temel sorunlarından. Yıllarca hep Anayasa değişikliği tartışıldı, ben ısrarla Anayasadan önce Ceza Kanununun değişmesi gerektiğini söyledim. Ben dediğime bakmayın, ülkenin yüzde doksanı da aynı şeyi istemekte. Caydırıcı cezaların olmadığı, hâkim ve savcıların takdir hakkı adı altında keyfi kararlar verdiği müddetçe, bu sorun çözülemez. Toplumun şikâyetçi olduğu temel suçların cezası artırılıp, bir caydırıcılık oluşturulmadığı sürece dön dolaş yine affı tartışırız…

Ekonomi ile ilgili kime sorsanız üretim ekonomisi artırılmalı, ithal ettiğimiz ürünlerin üretebildiğimiz kısmını kendimiz üretmeli, ihracatımızı artırmalıyız vb. tavsiyelerde bulunur. Bunun için ekonomist olmaya da gerek yok. Peki, herkesin bildiği konularda neden bir adım atılmıyor? Devlet özellikle temel gıda, zaruri ihtiyaçlar konusunda üretim yapıp, özel sektörle rekabet etse, son birkaç aydır yaşadığımız sorunlar yaşanmaz, kimse serbest piyasa adı altında kafasına göre zam yapamazdı. Devletin şirket kurup, üretimde rekabet sağlamasının serbest piyasa açısından ne gibi zararları olabilir ki? 

Son birkaç haftadır güncel siyaset üzerine yazmaktan mümkün olduğunca kaçınmaya çalıştım. Çünkü o tarafta söylenecek fazla bir şey yok, anca sayfa doldurduğumuzla kalıyoruz. Şimdi Amerikalı papazı yazarsak ne olacak ki. Bağımsız yargımız, birbirinden afili isimlere sahip gizli tanıklar ifadelerini değiştirdi diye casusluktan, terör örgütü üyeliğinden yargılanan papazı, örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına faaliyet yürütmekten (artık ne demek oluyorsa!) düşük bir ceza verip serbest bıraktı. Peki, madem böyle bir karar verilecekti, neden iki buçuk, üç ay beklendi? Bu süreçte ekonomideki dalgalanmaların, işsiz kalanların hesabını kim verecek? Gizli tanıklar mı yoksa bağımsız yargımızın temsilcisi olarak o kararın altında imzası olan savcı ve hâkimler mi? Günlerce papazın casusluk faaliyetinin delilerini aktaran bir kısım medyamızın şimdiki suskun halini de ibretle izlemekteyiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ömer Kocabaş Arşivi