AŞK, ÖZLEM ve ÖTESİ (18)
Gurubumuzun içinde bulunduğu otobüs Medine-Mekke yolundan sağ tarafa saparak bir müddet ilerlemiş, biraz önce gurup hocamızın da belirttiği hac veya umre maksadıyla Medine-i Münevvere’den nurlu Mekke’ye gidenlerin ihrama girdikleri mikat yeri olan Zülhuleyfe(Abar-i Ali) mescidine doğru yol almaya başlamıştı.
Otobüsümüzün park ettiği yerin hemen karşısında bulunan yeşil alanda, farklı renk ve türdeki bitkiler ile düzenli aralıklarla dikilmiş palmiye ağaçları boy gösteriyordu. Gurup hocamız rengarenk yeşillikler arasında beyaz bir kuğu gibi süzülen o güzelim binayı işaret parmağıyla gösterip bize: “Bu gördüğünüz mekan Zülhuleyfe mescididir.Burada iki rekat namaz kıldıktan sonra niyet edip, telbiye getireceğiz ve böylece ihrama girmiş olacağız.”Diye hitap ederek gurubumuzu serbest bırakmıştı.
Eşimle birlikte güneşten parıldayan mermer parçalarıyla kaplanmış yolda biraz yürüdükten sonra, adına mikat mescidi de denilen Zülhuleyfe mescidinin avlu kapısından içeri girmiştik.Yüksekliği mescidin boyuna ulaşan ve iç kısmını yer yer revakların süslediği avlu duvarlarının tam ortasında bulunan Zülhuleyfe mescidi heybetli duruşuyla bizleri karşılamaya hazırdı.
İhrama girmenin rüknünü tamamlamıştık.Artık ihram yasakları başlamıştı.Mescidden çıkıp otobüsümüzün park ettiği yere doğru giderken, eşimle ihram yasaklarının neleri kapsayıp kapsamadığını konuşarak bu konudaki bilgilerimizi gözden geçirmiş, beynimizi kurcalayan bazı soruları da gurup hocamıza sormaya karar vermiştik.
Otobüsümüz hareket etmiş, tekrar nurlu Mekke’nin yollarına düşmüştük.Klimalar son sürat çalışıyordu. Serinlemek bir yana adeta üşümeye başlamıştık. İçimizden bir kaç kişi bu duruma isyan ediyordu. Lakin ne duyan vardı ne de anlayan.Klimalar çalışmaya, otobüsümüz de yol almaya devam ediyordu.O an gözlerim yol kenarlarında sıra sıra dizili ve sıcaktan siyahlaşmış dağların hançer yemiş gibi duran tepelerine takılmıştı.Dağlar hiç fasıla vermiyor biri bitmeden diğeri başlıyor ve uzadıkça uzuyor,uzuyordu. O an merhum şair Ali Ulvi Kurucu’nun bir şiirinden şu dizeleri hatırlayıp, mırıldanmaya başladım; “Bugün herkes sana hayran oluyor ey yolcu./Tuttuğun nurlu yolun arşa çıkar ta bir ucu.”Evet, şairin deyimiyle arşa çıkan bir yoldaydık. Durmadan ilerliyor ve nurlu Mekke’ye an be an yaklaşıyorduk.
Gurup hocamız elindeki mikrofonundan yanık sesiyle ilahi okuyordu: “Kabenin yolları bölük bölüktür./Benim yüreğim delik deliktir./Dünya dedikleri bir gölgeliktir./Canım kabem varsam sana./Yüzüm gözüm sürsem sana.” İlahinin birini bititrip diğerine başlıyor ve muntazam aralıklarla telbiye getirmemize öncülük ediyordu: “Lebbeyk Allahümme lebbeyk./Lebbeyke la şerikeleke lebbeyk./İnnel hamde ve’n-ni’mete leke ve’l mülk la şerikelek.” Zaman zaman yetenekli bazı hacı adayı arkadaşlarımız mikrofonu ellerine alıp sırayla, divan şiirinden beyitler dillendiriyor, ilahiler okuyor ve bildikleri dini hikayeleri anlatıyorlardı. Bedenleri yorgun düşen kimi hacı adayı arkadaşlarımız da koltuklarına gömülerek dinlenmeye çalışıyorlardı.
Zaman akmış, gün bitmiş ve hava iyiden iyiye kararmıştı.Otobüsümüz ihtiyaç molası vermek üzere nurlu Mekke’ye yakın bir yerde bulunan ve içinde küçük bir restoranı ile mescidi ve wc’lerin olduğu tesisin önünde durmuştu. (devam edecek)
Selam,sevgi ve muhabbetle..