AŞK, ÖZLEM ve ÖTESİ (11)
Mescid-i Nebevi’deki “cennet bahçesi”ne yüz sürmek ve efendimizin kabr-i saadetlerini selamlayıp, selavat’da bulunmak için Dünyanın dört bir köşesinden buraya gelen müslümanlar; gerek hal ve hareketleriyle, gerekse üzerlerindeki bir birinden güzel elbiseleriyle müstesna bir görsellik sergiliyorlardı.
Mescid-i Nebevi’nin dış mekanı hacı adaylarının giydikleri farklı renk ve desendeki elbiseleriyle bir gül bahçesini andırıyordu.Erkek hacı adayları genellikle beyaz rengin hakim olduğu elbiseleri tercih ederken, istisnai olsa da bazı giyim ve kuşam şeklini benimseyenler de vardı.Bunlardan; Bangladeş’li erkek hacı adayları mavi zeminde beyaz desenli (benekli) elbiseleri ve başlarındaki siyah takkeleri ile Endonezya’lı erkek hacı adayları ise boydan beyaz keten elbiseleri ve başlarına sardıkları yeşil sarıkları ile dikkat çekiyorlardı. Hanım hacı adaylarının giyimleri de farklılıklar gösteriyordu. Endonezya’lı ve Malezya’lı hanım hacı adayları, mensubiyetlerini belli edecek türden tek tip elbise kullanmayı benimsemişlerdi. Endenozyalı hanım hacı adayları omuzlarını zemininde “Endenozya” yazan sarı renkli şallar ile örtmüş, güneşten korunmak için de beyaz eşarplarının üzerine beyaz şapka takmışlardı. Malezya’lı hanım hacı adayları ise mavi elbiselerini yine mavi renkli eşarpları ile desteklemiş, sırtlarına da birer turuncu renkli sırt çantası almışlardı.
Mescid-i Nebevi: giyimi- kuşamı, mezhebi, meşrebi, lisanı ve ırkı ne olursa olsun; en sevgilinin özlemi ile yanıp tutuşan milyonlarca müslümanı kucaklıyor, sarıyor ve sarmalıyordu. Müslümanların birbirleriyle olan diyaloglarında gönül dilini benimsemeleri, bu kutlu mekanın ruhaniyetini simgeleyen bir davranış biçimiydi.Buradaki müslümanlar sanki daha önceden birbirlerini tanıyor gibiydi. Mescid-i Nebevi’nin cibril (çıkış) kapısının biraz ilerisinde yirmibeş, otuz yaşlarında olduklarını tahmin ettiğim Sudan’lı dört gencin önlerinden geçtiğim sırada, bana doğru yönelerek: “Turkiyya, Turkiyya” diye tempo tutup tezahürat yapmaları oldukça hoşuma gitmişti. Bende “teşekkürler” diyerek, sağ baş parmağımı yukarıya doğru kaldırıp onları selamladım.
Eşim ile buluşma noktası olarak belirlediğimiz Mescid-i Nebevi’nin ikinci kapısına doğru yürürken, kulaklarımda “hacı abi” diye bir ses yankılandı. Dönüp bakmamla tekerlekli sandalye’de oturan ve her halinden Türk olduğu belli olan bir hanım hacı adayını görmem bir oldu. Bana ağlamaklı bir ses tonu ile: “ Hacı abi ben kayboldum, ne olur bana yardımcı olun. Eşim ile her zaman ki buluştuğumuz yerde buluşamadık onu kaybettim, o şimdi beni arıyordur. Ben mahvoldum” diyerek, benden yardım talep ediyordu.Lakin ne kaldığı oteli biliyor, ne de elinde eşi veya gurup görevlisi ile iletişim kurabileceğimiz bir telefon numarası bulunuyordu.Kendisine yardımcı olacağımı, üzülmemesi gerektiğini söyledim ve eşimi yanıma çağırarak, kaybolan hanım hacı adayı ile tanıştırdım. Daha sonra eşim ve ben kaybolduğunu söyleyen hanım hacı adayı ile birlikte, onların devamlı buluştukları yere giderek belki eşi gelir diye beklemeye koyulduk. O esnada kaybolan hanım hacı adayı durmadan ağlıyor eşim de onu var gücüyle teskin etmeye çalışıyordu. Bu durumu gurup hocamızla görüşmek için elime telefonu aldığım sırada bir hengame koptu.Sonunda kaybolan hanım hacı adayının eşi buluşma noktasına gelmişti. Bu güzel gelişme duygulu anlar yaşamamıza sebep olmuş ve nemli gözlerimizle bir birimize öylece bakakalmıştık. (devam edecek)
Selam, sevgi ve muhabbetle.