“ADİL SAVAŞ” ÜZERİNE YENİDEN DÜŞÜNMEK
Adil/Haklı Savaş (Just War/Legimate War), Uluslararası İlişkiler disiplini ve Siyaset Bilimi alanında kavramsallaştırılmış, savaşmanın yasallığı/meşruluğu konusunda geliştirilmiş bir “meşruiyet” kuramı ve/ya doktrini olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu doktrine göre, bir ülkenin ulusal bağımsızlık elde etmek veya saldırgan rakiplerine karşı kendini müdafaa etmek gerekçesiyle yapacağı veya yapmayı düşündüğü eylemler ve girişimler meşru/yasal sayılmış ve “haklı” olarak kabul edilmiştir. Temellerini Hıristiyanlık literatüründe bulabileceğimiz “Adil Savaş” doktrininin, güç kullanımına karşı “etik” ve “haklı” bir tepki veya bir refleks olarak tecessüm ettiğini ifade edebiliriz. Meşru olarak kabul edilen bu savaş çeşidi, savunma (defence), haksızlığın ya da adaletsizliğin cezalandırılması (punishment of unjust) ve/ya savaş, istila ya da işgal yoluyla kaybedilen bir mülkün geri alınması (recovery of property) olarak gerekçelendirilirken, amansız ve ani bir saldırı korkusunu bertaraf etmek için “önleyici bir savaş” olarak düşünülmektedir.
Uluslararası ilişkilerde bir ya da birden fazla ülke arasında vuku bulacak bir savaşın meşru/haklı olarak kabul edilebilmesi, bazı şartların yerine gelmesine bağlıdır. “Adil Savaş” kuramına göre bir savaşın meşruluğu, meşru bir otorite tarafından deklare edilmesine, güç kullanımının âdil olmasına ve ilgili mücadelenin yanlış giden bir şeyin ıslahı için yapılmasına bağlı iken, askeri bir saldırı durumunda kendini savunma amaçlı olması, iyi niyet amacı taşıması ve barışın yeniden tesisi hedefini taşıması gerekmektedir. Bu çerçevede, böyle bir mücadelede başvurulacak şiddetin oransal nitelikte olması gerekirken, asimetrik güçten kaçınılması, savaşta kullanılacak silahlarda savaşan/savaşmayan ayrımı yapılmaması, özellikle de sivillerin savaşın hedefi olmasına izin verilmemesi ve ölüm ve yaralanmaları engelleyecek her çaba ve önlemin yerine getirilmesi gerekmektedir.
Temelde kavramsal, teorik ve pratik olarak, meşruluğu, uluslararası ilişkilerde ve siyaset biliminde çokça tartışılan adil savaş doktrini, Doğal Hukukçu ve İdealist görüş başta olmak üzere birçok disiplin ve perspektiften çok ciddi eleştiriler almıştır. Özellikle 11 Eylül’den itibaren ABD ve müttefiki güçler tarafından girişilen Afganistan ve Irak savaşlarının meşruluğu tartışmalarında da gündeme gelen adil savaş konusunun, bu savaşların ortaya çıkan sonuçlarına bakılırsa, tartışmalı bir kavram olmaya devam edeceğini belirtebiliriz. Söz konusu güçler tarafından haklı(!) gerekçelere dayanarak başlatılan savaşların yol açtığı sonuçların çok da hak ve adalet sınırları içinde olmadığını ifade etmek belki de malumun ilanından başka bir şey olmayacaktır. Zira Afganistan ve Irak savaşlarında milyonlarca insan hayatını kaybetmiş, yaralanmış, sakat kalmış, yurtlarından zorla göç etmek zorunda bırakılmış; bölge hakları sayısız organize suç örgütlerinin ve terörizmin eline düşürülmüştür. Savaşların taraflarınca ısrarla haklı(!) gerekçelerle yansıtılmaya çalışılan bu savaşlar, insanlığa haksızlık ve adaletsizlikten başka bir şey getirmemiştir. Bu durum ise “adil savaş” kavramının üzerine yeniden düşünmeyi zorunlu kılmıştır.
Günümüzde uluslararası hukuk açısından meşruluk gerekçeleri Birleşmiş Milletler tarafından deklare edilen uluslararası savaşlarda, yukarıda adil savaşın kabul edilebilirlik şartları arasında yer alan meşru bir otorite tarafından deklare edilmesi kuralının, öncelikle BM’nin günümüzde “gayri-meşru” olarak addedilen hali göz önüne alındığında, açıkça ihlal edildiği görülmektedir. Zira BM’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan uluslararası sistemin güçler dengesini yansıtan bir platform olmaktan öteye geçemediğine, Irak ve Afganistan gibi küresel savaş koalisyonlarına sahne olan savaşlarda yakından müşahede edilmiştir. Bu çerçevede, geçen günlerde basına yansıyan bir haber olarak BM askerlerinin yapılan yardımlar karşılığında Afrika’daki açlığın pençesindeki insanları çocuk kadın demeden cinsel ilişkiye zorlaması, böylesine ahlak ve hukuk dışı davranışlara hizmet aracına dönüşen ve işlevi bir istatistik kurumundan öteye geçemeyen bir örgütün eylemlerinin ve kararlarının meşruluğunu tartışmaya açmaktadır.
Bir başka nokta; burada adil savaşın şartları olarak zikredilen unsurlar arasında yer alan güç kullanımının âdil olması ve ilgili mücadelenin yanlış giden bir şeyin ıslahı için yapılması kuralını ele aldığımızda, 11 Eylül saldırılarından bu yana bölgede yürütülen operasyonlarda güç kullanımın kesinlikle adil olmadığı, bu savaşların sonuçları olarak tezahür eden bölgesel insani krizlerde çıplak gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Asimetrik güç dengelerini yansıtan bu savaşlar, batılı sistem açısından “yanlış giden bir şeyin ıslahı” olarak değerlendirilse bile, batı sisteminin çıkarlarına hizmet etmek amacıyla ıslah faaliyeti olarak da görülebilir. Burada ıslah edilen masum ve mağdur bölge insanları ve özellikle de Müslüman halklar iken, yanlış giden şey ise genellikle batının varlığı için tehlike olarak gördüğü İslami tabanda inşa edilen medeniyetin yükselişidir.
Yükselişin aktığı yatağın önünü kanla tıkamanın batı açısından bir ıslah(!) faaliyeti olarak görülmesi, kadim medeniyetlerle yoğrulan bugün Suriye, Irak ve Afganistan gibi Ortadoğu ülkeleri örneklerinde, adeta bir cehenneme dönmüş bölge insanlarının nesillerini yok etmek ve tabiri caizse bir “soykırım” gerçekleştirmek hedefi taşıyabileceğini söyleyebiliriz. Burada kısaca yer verilen adil savaşın meşru gerekçelerinin her birini teker teker ele alarak güncel uluslararası politik tartışmalarla değerlendirmek mümkün olmakla birlikte, tekrardan vurgulanması gerekli husus, batının küresel sisteme “haklı”(!) gerekçelerle yaptığını iddia ettiği müdahalelerin hiçte meşru ve adil olmadığı; sadece küresel kapitalist batı düzenine hizmet ettiğidir. Bununla birlikte haklı/meşru sebeplere ve gerekçelere dayanmak koşuluyla bir devletin bir başka devlete karşı bir savaşa girişmesine izin veren ve batılılar tarafından başka ülkelerin haksız işgalinde batı tarafından temel referans olarak alınan adil savaş doktrininin, aslında çok da haklı ve adil amaçlara hizmet etmediğini, uygulamadaki örneklerine bakarak ifade edebiliriz.