İbrahim Çolak
İbrahim Çolak Zambakların tazeliğini taşıyan yüzün…

Zambakların tazeliğini taşıyan yüzün…

Sisli ve puslu gün geceye durdu. Sana yazmak istiyorum. Ki son zamanlarda düşüncelerim birbirinden kopuk. Kuşun bir daldan öbür dala sıçrayışı gibiyim. Kargacık burgacık cümlelerin arasında kayboluyorum. Okuduğum kitaplardaki insanlar ile çevremde olan insanlar, roman kahramanları da senden benden farklı değil. Bazen bütün bir hayatın boşluğuna inanıyor, kitabı elimden bırakıp, gidip çiçeklerimin önüne, bağdaş kurup oturuyorum. Çiçeklerim: Nergis, Açelya, Calandiva, Menekşe, Sardunya ve adını bilmediğim üç çiçek daha… Sonra, yüzün geliyor gözümün önüne: Güvercinlerin yumuşaklığını, zambakların tazeliğini taşıyan yüzün.

        Nankör olduğumu hatırlıyor, yeniden şükrediyor, hayata, insana, sevmeye sarılıp ayağa kalkıyorum.

        Çiçeklerimin önünde fazlaca oturmuştum. Ayaklarımın uyuştuğundan dolayı uzun süre yürüyemedim. Düşündüm de bazı insanların sevemiyor olmalarının nedeni gönüllerinin uyuşmuş olması olmasın sakın? Ki bu anlayış merhamet, adalet, şefkat içinde geçerli değil mi Dağlım? Gönlümüz uyuşmasın diye dua ediyorum.

        Bazen saatlerce ve hatta günlerce bekliyorum, neyi beklediğimi bilmeden. Güzel şeyler bekliyorum; iyi niyetliyim, halime razıyım. Olmuyor. Anlıyorum ki ne beklediğimi bilmem ve yürümem gerek. Elime bir süpürge alıp yaşadığım sokağı süpürmek ile sana mektup yazmanın gerçekçi bir bekleyiş olduğunu görüyorum. Yürümek gerek! Koşmak değil, yürümek gerek ve kabul edilir ki insan kendi gücü nispetinde yürüyecek. Bazen hızlı bazen yavaş, bazen orta karar, ancak illa ki yürümek gerek. Oturduğumuz yerde, karnımız dolu, zihnimiz ve gönlümüz boş beklemenin kendimize faydası olmadığı gibi insanlığa da katkısı olmuyor. Kendimle, gerçeğimle, hayatla, kaderimle yüzleşmem gerek. Yürürken bulduklarım oluyor, düşürdüklerim de.

        Işık almayan bir odam var. Birkaç gündür lambası yanmıyordu. Değiştirmek için dışındaki karpuzu çıkarırken lamba yandı. Meğerse gevşemiş. Durdum ve seyrettim. Ne kadar da insan dedim. Çok insan sönük duruyor; bitmiş değil de bağlantısı kopuk!

        Sabahları yüzü asık, hazırda, geceden kalma şikayetleri olan insanları sevemiyorum Dağlım. Allah affetsin, riyakarlığa da düşmek istemem, on günün dokuz sabahı hasta, baş ağrısıyla uyanan, gece can sıkıntısından dolayı geç yatmış, yapılacak çok ve bitmez işleri olan… Neşe ve coşkumu sünger gibi emen insanları sevemiyorum. Türkü okuyamadığım, şımaramadığım insanlar da içime uzaklar Dağlım.

        “Genç bir fidanı zedelemeden kökünden çıkarmak gibi” olan ilişkiler, paylaşımlar, sevmeler arıyorum. Arayan buluyor Dağlım! Beklemeyle sabretmeyi karıştıran ve yürümeyen insanın bulacağı, daha çok can sıkıntısı ve olumsuzluk oluyor.

        Yazdıklarımı tekrar tekrar oku Dağlım. Okuduğunu biliyorum ya yine de hatırlatayım istiyorum. Olur ki yanında “Benim gizli saklım yok, doğru bildiğimi her yerde söylerim.” diyen bir insan olursa o insandan uzaklaşmanın yolunu ara. Bil ki tam da bu insan senin hakkında da bir yerlerde bir şeyler anlatandır ya da anlatacak olandır! Yine bu insanlar, kendileri ayıplanmasın diye başkalarını ayıplamakta da ustadırlar. Oldu da bu insanların yanından uzaklaşamadın, sakın ola ki bu insanların yanında ağzımı açayım deme! Ağzından damlayan balı zehre bular da şaşar kalırsın.

        İnsanın insanı özgür kılması gerektiğine inanıyorum Dağlım. Ancak ve gerçekte birbirini sevenler birbiri için ödün verebilir, tabii olabilir diye düşünüyorum. Diğer türlüsü, adı her ne olursa olsun özgürlüğümüze müdahaledir. Gizli açık şantaj, kaybetme korkusu, ucuz hesaplarımız söz ve davranışlarımızı etkiliyor. Ne adam gibi sevebiliyor ne de gidebiliyoruz. İlişkilerimiz yarışa, galibi mağlubu olan bir mücadeleye, çekişmeye, güç gösterisine dönüşüyor. Sonra da “özgür değilsin” denildiğinde de, “Nasıl yani?” diyerek bakakalıyor insanlar. Özgürlük sinemaya, maça gitmek, özgürlük sosyal medyayı kullanmak ise “köle” yok zaten. Heyhat, gel gör ki çokları özgür değil ve özgür olmadığı için de özgürlüğe düşman. Özgürlüğün yani insanlığın tanımının yeniden yapılması gerektiğine inanıyorum Dağlım. Sen galibiyetten ben galibiyetten perişanız!

        Bir kalbe demir atmanın tadını almamış , bunu yaşamamış insanlarla dolu bir okyanusta gezip duruyor gemilerimiz; yelkensiz, rüzgarsız, pusulasız. Bunca “deniz kazası” neden oluyor sanıyorsun Dağlım?

        Mutluluğun Zümrüdüanka kuşu olmadığına, mutsuzluk üzerinden prim yapmaya çalışmanın basitlik olduğuna inanıyorum Dağlım.

        Balkondayım. Mübarek hava soğuk. Çiy yağmış. Gönlümüzün tadı diyorum durup durup. Gönlümüzün tadı, gönlümüzün tadı, gönlümüzün tadı.

        Gece ıslak ve serin. Yüce bir sessizlik hüküm sürüyor.

        Yüzüme tebessüm, kollarıma hasret, gönlüme sıcacıksın Dağlım.

        Taze süt kokulu bir güne uyanasın.   

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi