Dr. Ramazan Tuzla
Dr. Ramazan Tuzla Yükselen kibir duvarları

Yükselen kibir duvarları

Yetki denen olgunun fıtratındaki en baskın özellik kibir olsa gerek. Bu kibrin cüssesinin, yetkinin genişliği oranında büyüdüğüne örnek teşkil edecek olaylar, toplum olarak gündemimizden hiç düşmüyor, maalesef.

Durum böyle olunca da yetki ile kibrin can ciğer kardeş olduğunu zannediyoruz. Tabi ki bu zannımızda, vakar ile kibri karıştırmamız da büyük rol oynuyor.

Sözün başında vakar ve kibir hususuna açıklık getirelim o zaman.

Vakar, yetki sahibinin en asli sorumluluklarından biridir ve asaletinin en temel göstergesidir. Kibir ise, yetkiye yapışmış bir asalaktır ve yapıştığı kişiyi sömürür. Semizleşmiş bir kibre, bütün gönüller kapatılır.

Vakar, ciddiyet meselesinden bir cüzdür ve yetki sahibine lazım gelen bir duruştur. Kibir ise cibilliyet meselesidir ve ‘sonradan görmenin’ yanına götüren bir yok oluştur.

Vakar, büyüdükçe küçülmenin anahtarı, saygı ile merhameti tevazu teknesinde hamur etmenin mayasıdır. Kibir ise, büyüdükçe küçük görmenin görgüsüzlüğü, merhameti menfaat teknesinde heba etmenin hayasızlığıdır.

Mevzuya açıklık getirdik, sanırım.

Bir de şunu ifade ederek, meselenin bu kısmını kapatalım:

Sadece vücut dilinin anlattıklarını kibre yormak veballidir.  Tam kanaat sahibi olabilmek için, dilin ne söylediğine, fiilin neye karşılık geldiğine ve vücut dilinin bu ikisini ne kadar tamamladığına bakmak gerekir.

Dönelim kibir duvarlarını yükselten faillere ve fiillere…

Toplumumuzdaki yetki sahiplerinin kibir olarak dillerine yansıyan hali, sen benim kim olduğumu biliyor musun, kâlidir.

Bu sözü, nadir olarak şizofrenlerden ve sahtekârlardan da duyabilirsiniz ama kibrine mağlup bir yetki sahibinin her daim dilindedir. Bir şizofrenden nadir olarak duyduğumuz tehlike kokan bu sözün, yetki sahibinin dilinde sakız olmasının tehlikesini, varın siz düşünün.

Seçimden önce seçmen karşısında el pençe divan duran bir vekil adayı, seçimden sonra erişilmez zirveleri mesken tutuyor, kendini tüm kontrollerden azade kılıyor ve kimlik göstermeyi dahi kendine zul görüyor.

Tatlı su çeşmesinden su dolduran bir mühendis, hasbelkader belediye başkanı olunca ilk yaptığı iş mahallesini değiştirmek oluyor.

Hoca iken sınıftan ayrılmayan bir akademisyen, ezkaza rektör olunca, öğrenciler ve diğer hocalarla kendiliğinden görüşmek şöyle dursun, gelen bütün görüşme talepleri ‘randevu’ kisvesi altında özel kalem marifetiyle takvime bağlanıyor ve birçok talep reddediliyor.

Görevde yükselme sınavına tabi olması gereken genel müdürlük makamını, kabiliyeti ile değil kurbiyeti ile işgal eden kişi, astından ve memurundan gelen görüşme talepleri karşısında bitmeyen toplantılara giriyor.

Bütün bu ‘çok güzel hareketler’(!) kibir duvarına tuğla oluyor. Duvar büyüdükçe büyüyor. Yetkinin asıl sahibi ile yetkiyi uhdesinde tutan emanetçi arasındaki mesafe açıldıkça açılıyor.

Sonuç?

Emanete sahip çıkmayan kibir abideleri, bir kutlu beldeyi viraneye çeviriyor, bir büyük yürüyüşün önündeki en büyük engele dönüyor, bir kutlu davayı baltalayan fiilleriyle zulme kapı aralıyor.

Kibrin bıraktığı kiri temizlemek için birçok işe yeniden başlamak zorunda kalınıyor.

Yakın bir geçmişte şunu demiştim:

Hizmet belediyeciliği ile gönüllere giren bir insanın, son seçimlerde gönül belediyeciliği yapmak zorunda bırakılması, ne büyük bir talihsizliktir.

Bu tespitimizin başrolünde elbette kibir vardı, yükselen kibir duvarları yüzünden kaybedilen gönüller vardı.

Daha neler kaybedildi?

İstanbul ve Ankara dahil 20’ye yakın büyükşehir kaybedildi. Kibir, bu aldıkları ile yetinecek mi?

Kesinlikle hayır!

Peki, bu kaybedişe dur demenin çaresi ne?

Bu yazıda ikinci defa yer alan şu kelam olmadan, yazı kemale ermiş olmaz:

Tevazu…

Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye olan nasihatinin tüm yetki sahipleri tarafından ezberlenmesi…

Yalnız, bir küçük sorun var: Vakit çok azaldı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Dr. Ramazan Tuzla Arşivi