Yol herkes için yokuş
Tüm ülke ekonomilerinin kendilerine göre sorunlar içinde boğuştuğu ve bunları çözüme kavuşturmaya çalıştığı dönemlerden geçmekteyiz. Gelişmiş ülkelerin sorunu teknolojik bakımdan belli bir seviyeye getirdikleri ekonomilerini ve bu durumun normal bir sonucu olarak halklarının tüketim odaklı yüksek yaşam koşullarını en azından düşürmemenin peşinde koşarken, gelişmekte olan ülkeler ise hem yapısal sorunlarını (yüksek enflasyon, istikrarsız kalkınma, işsizlik, beşeri sermaye niteliğinin düşüklüğü, iç ve dış borçların fazlalığı, cari açık vb.) çözmek hem de gelişmekte olan ülkelerin yer aldığı üst gruba geçmek için kıyasıya kıran kırana mücadele ediyorlar. Geri kalmış ülkeler ne alemde derseniz, şayet petrol, altın, bakır, demir, uranyum gibi yer altı zenginliklerine sahip değillerse birkaç yardım kuruluşunun ve sanatçının konser gibi etkinliklerden elde edilen geçici nakdi yardımlar dışında ilgilenen, onların küresel ekonomiye kalıcı nitelikte entegre olmasına çalışan bir ekonomik ve sosyal sistemin kurulmasının gerekliliği hiç kimsenin aklına gelmemektedir. Ancak yer altı zenginliklerine sahip geri kalmış ülkeler başta Afrika ülkeleri için geri kalmışlığın üzerine bir sorun daha eklenerek gelişmiş süper güçler, demokrasi, insan hakları ihlali sorunlarını bahane edip iç savaş, kaos, kargaşa ortamı oluşturduktan ve çaresiz duruma düşürdükten sonra sözü edilen ülkelerin zenginliklerine çöreklenmektedirler. Geriye artık, kaos durumunu normalleştirerek haber değeri olmaktan çıkarıp, sırtlanların yakaladıkları geyiği zevklerine göre parçalayıp yedikleri gibi, kendi çıkarlarına göre kaynakları ülkelerine aktarmaktadırlar. Gelişmiş ülkeler tarafından geri kalmış ülkeler için tezgâhlanan bu kumpas, içinde bulunulan şartlara, çökecekleri bölgenin sosyal, kültürel, demografi, dinsel, etnik durumuna gelişmekte olan ülkelere göre uyarlanarak sahneye konulmaktadır. Suriye ve Irak merkezli coğrafi alanda dizayn ettikleri terör örgütlerini bile çıkarları için kullanmaktan çekinmeyecek kadar gözü dönmüş ABD, AB ve Rusya merkezli ülkelerle, çıkarları gereği bunların kuyruklarına takılan taşeron ülkeciklerin cirit attığı bir bölgede, kargaşa girdabının içine çekilmeye çalışılan ancak şükürler olsun ki bugüne kadar başarılamayan ülkemizin, her şeye rağmen istikrarlı denebilecek düzeydeki ekonomik, siyasi ve toplumsal yapımızın güçlenerek devam etmesi, bu ülkenin her türlü nimetinden faydalanan, her milimetre karesinin diğerinden bir farkının, üstünlüğünün olmadığını kabul eden herkesin, ortak paydasıdır. Bunun tersini düşünenlerin, kendi canlarını telef edip ailelerine verdikleri zarardan, sonraki nesillerin yaşam kalitelerini zehirlemelerinden ziyade, ülkemizin parlak geleceğine toptan katletmeye çalıştıklarını bir an önce anlamaları, hepimizin ve bulunduğumuz coğrafyanın huzura kavuşmasının en başta gelen faktörüdür.
Ekonomik ve siyasi istikrar birbirinin ayrılmaz parçalarıdır, birinde meydana gelen bir sorun diğerini hemen etkiler. Yukarıda genel hatlarıyla vurguladığım ülkelerin içinde bulunduğu sorunların temeli siyasi ve iktisadi istikrarsızlığa dayanmaktadır. Bunlar arasında önem bakımından hangisinin öne çıktığı konusu tartışmalıdır, çünkü birbirleriyle sarmal şeklinde olduklarından karşılıklı olumlu veya olumsuz etkileşim içerisindedir. Bu durum gelişmiş ülkeler tarafından, lehlerine olmak kaydıyla yazılıp uygulanmaya konulmaktadır. Artık tüm ülkeler, buna dünyamızın şu an kan gölü duruma gelmesini kurgulayan senarist gelişmiş ülkelerde dahil olmak üzere söz konusu gerçekle yaşamayı öğrenmek, ortaya çıkabilecek her türlü gelişmeye karşı tetikte olmak, ekonomi yapılarını sağlamlaştırmak, reel ekonomi denilen üretim ekonomisini hakim konuma getirecek yapısal reform politikalarını (beşeri sermaye niteliğini kaliteli yükseltmek ve çağımızın gereklerine uygun olacak şekilde eğitim ile desteklemek, AR-GE yatırımlarını kamu tekelinden kurtarıp özel sektörün de ilgi alanına çekmeyi başarmak, yüksek teknolojiye yatırım yapmak, dış borçları prodüktif alanlarda kullanarak gelecek nesilleri yük altına bırakmayıp sürdürebilir istikrarlı kalkınmaya ulaşmak, kamu kesimindeki aşırı denecek boyuttaki savurganlığın önüne geçerek buradan gelecek fonları istihdama yönelik yatırımlara aktarmak, kayıt dışı ekonomiyi mümkün olduğu nispette azaltmak, vergiyi slogan kavram olmaktan çıkararak, kazanç kriterini dikkate alarak adaletli bir şekilde tabana yaymak) uygulamaya koymak zorundadırlar.
Küresel arenada ekonomik ve siyasi ortamın kısa hatta orta vadede dahi durulacağı uzak bir olasılık olarak açıkça ortadadır. Bu durum gelişmiş ülkelerin kurguladıkları tiyatronun bumerang misali kendi ekonomilerini vurması sonucunu da beraberinde getirmektedir. Başını sorunlardan kaldıramayan, toplumsal bütünlükle üretim ekonomisine odaklanamayan gelişmekte olan ülkelerin gelirlerinin azalmasına paralel, gelişmiş ülkelerden ithalat yapma gücüde düşük olduğu için, günümüzde küresel ekonominin büyüme hızının yavaşlaması da kaçınılmaz bir sondur. Üstelik ABD, Eurozone, Japonya, Çin gibi dünya ekonomisinin başat ülkelerinin olumlu-olumsuz her türlü anlama gelebilecek verileri karşısında, bizim gibi yapısal reformlarını tamamlayamayan ülkelerin istikrara kavuşması imkânsızdır, 1960’lı yıllarda başlayan küreselleşmenin ekonomileri hızla etki altına almasının sonuçlarına bağlı olarak gelişmiş ülkelerin de. Global ölçekte istikrarın sağlanması tüm ülkelerin çıkarına, aksi halde yüksek adrenalin doğuracak ekonomik, siyasi ve terör kaynaklı varyasyonlara tüm dünya hazırlıklı olsun.
Soru: Finansal liberalizasyonun artışı, finansal kırılganlığı artırır mı? Neden?
Sözün Gözü: İnsan sadece ağzıyla konuşur, adam olan ise hem ağzıyla hem kalbiyle.