İbrahim Çolak
İbrahim Çolak Yine Mutluluk...

Yine Mutluluk...

Umudum... Mektubun geldi. Nasıl mutlu oldum anlatamam. Mektuplarının güzel tarafı, her okuyuşta senden yeni bir iz, yeni bir imge, yeni bir sır bulmak oluyor. Üzüldüğüm cümlelerin de yok değil, hak etmediğini söylüyorsun, hak edenler kimlerdir, sormak isterim. Her dem bahar olan gönlüne ulaşmaya çalıştıkça, güzelliğine mahcup ve bahara dönüşüyor olduğumu görmüyor musun?  Yine, her mektubunda, mutluluğun acemiliği yaşadığımı ne zaman öğreneceksin?
 
Sabrımızın, anlayışımızın ve sevgimizin büyümesidir değil midir kalbimizi genişleten. Hasreti ne yapacağız dediğini duyar gibiyim. Hasretimizi azaltmak için yazıyor, yazdıkça daha çok özlediğimi de saklamıyorum. Uzun zamanların burukluğunu yaşadığını bilmekle beraber yine de gönlüne sükûnet olayım istiyorum.
 
Beni mutlu etmiş ve etmeye devam ediyor olmanın karşılığı da olmayacak bu satırlar. Olsun. Hem seninle defalarca konuşmuştuk değil mi: Sevmek önce sessizdi, sonra yazıya, sonra da sese kavuştu. Sonrası da duaya ve şükretmeye. Yine biliyoruz ki sevmenin vermek, hep vermek ve hesap yapmamakla yakın bir ilişkisi var. Hatta verdikçe daha çok seviyor insan, bu manada yuvarlandıkça büyüyen, çığa benziyor.
 
Yazıyorum, yazmaya da devam edeceğim, ancak istersen yazdıklarımı yok say!
Sevdiğim insanları kelimelere ihtiyaç duymadan sevdiğimi biliyorum.
 
Yollar, binalar, arabalar, insanlar, kaldırımlar çok kalabalık. Çiçekler bile kalabalık. Oysaki “çiçek” tektir. Hem ki çok olana itibar edilmez. Çiçeksin ve uzaksın.
 
İstikrar yaşıyor olmamız değil, küçük ve basit bir işi, her gün yapabilmenin adıdır Umudum. Yine sana, yine sevdaya bağlayacağım.  Seni her gün yeni baştan sevebilir, her gün senin için birkaç cümle kurabilirim. Bu kadar kolay mı? Değil elbet. Küseceğiz, darılacağız, tembelleşeceğiz fakat bunlardan öte sevgi ve hasretimizi, her gün hissettirebilir, birbirimize ve sevdiklerimize her gün tertemiz dualar edebiliriz. Birbirimize mücevher olmalı, birbirimizi hazine saymalıyız, kalabalıklarda kaybolmamak için.
 
Her şey nasip, ibret ve nimettir. Payımıza düşeni alabilir isek güzel insanlar olacağız, değil mi Umudum?
 
Kırlara doğru uzunca yürümüştük. Yanı başımızda bizi seven bir yüreğin çarptığını bilmek, bütün cümleleri basitleştiriyordu. Susuyor ve dinliyordun. Sonra konuştun. Söylediklerini ve söylemediklerini dinliyordum.  Ne demek istediğini ta içime sızdırmak gibi, ağır ağır, her kelimenin arasında dura dura konuşmaya başlamış ve şöyle bitirmiştin: “Beni anladığın için çok mutluyum ve seni seviyorum.”
 
Sarılmıştık. Kalbim yok olmuştu sanki. Rüyada gibiydim. Gözlerimi yummuştum. “Vücudumun öyle dışında bir duyguydu ki bu, ruhumun bayılışı gibi bir şeydi.” Mutluluktan, sesimi kaybetmiş gibiydim konuşamıyordum. Yalnızca şükrediyor ve gülümsüyordum. Sonra yine, “bütün güçlükleri ortadan kaldırmaya hazır bir ses tonuyla şöyle dedin; “Üzülme, Allah bizimle!”
 
Bazen öylesine aciz, yenik ve mutsuzluğun içine düşüyorum ki… Sanki ölesiye dövülmüşüm… Sanki dünya beni kapısından kovulmuşum... Sonra saklımda duran tebessümün, senden bir hatıra, bugün elime aldığım mektubun…  Bir bahar sabahı güzelliğiyle geliyor ve beni içeriye, beni yaşamaya davet ediyor. Davetin dünyaya değil, umuda ve sevgiyedir.
 
Erken ilkbahar gecesi, yaşama sevinci dolduruyor göğsüme. Boş vermişliğimi bir kenara bırakıyor, balkona çıkıyor, gecenin kulağına fısıldıyorum: Seni seviyorum.
 
Çocukluğumda, köyde, geceleri kapının önüne çıkar, gökyüzünü seyretmek için durur, yıldızlara bakardım. Şimdi yine bazen çocukluğumun yıldızlarını arıyorum. Anılarım kelimelere bağlı değil, duygularımdır geçmişi hatırlatan. Başka türlü bir yalnızlık bu. Senin yokluğunun, seninle güneşin doğuşunu karşılayamıyor olmanın… O canlı, çoğu zaman dostluğun ve aşkın yerini tutan varlığının uzak oluşunun yalnızlığı.
 
Hasta olduğumda, ateşim düşsün diye alnıma sirkeli bez koyan elin uzak…
Adını adın koyduğum sardunya çiçeğinin kokusu uzak…
 
Geçenlerde apaçık bir rüya gördüm. Seninle, başı dumanlı Ağrı dağının eteklerindeyiz. Çiçeklerin içindesin, ardından, yürüyen çiçek, çiçeklerin ecesi diyorum. Üzerinde bir pazenden, bir basmadan renk renk, cıvıl cıvıl elbiseler oluyor. Hatta öyle ki, sana şiir okuyor, “yemin ederim açık havada benimle baş başa kalmayan / erkeğe ya da kadına kendimi anlatmayacağım bir daha” diyorum.
 
Çok şey söylemek istediğimde ne yazacağımı şaşırırım. Yazamam zannetmiştim, yazdım. Umudum olduğunu unutmayasın. Kelimelerimi anlayışına bırakıyorum.
 
Başka ne yapsan hiç bu kadar sevindiremezdin beni. Bunu hiç unutmayacağım. Eksik olma. Mektubuna teşekkür ederim… Mektubuna, bekleyişine, verdiklerine ve her şeye…
 
Seni şu gelen bahar gibi… Seni, seninle ağlayacak gibi… Seni hakikat yurdunda da bulmak gibi seviyorum.
 
Allah esirgeyen ve bağışlayandır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi