Yeni çıkarlar sistemi
Dünya üzerinde meydana gelen olaylar ve bunların etkileri, neredeyse ışık hızıyla ilerlemekte ve değişik sonuçlar doğurmaktadır. Özellikle XXI. yüzyıldan bu yana, inovasyona bağlı teknoloji ile yazılı ve görsel iletişim araçlarının gelişmesi, küreselleşmenin de her alanda ve tüm ülkeleri bir şekilde kapsamasıyla, başta ekonomi olmak üzere siyasi, toplumsal ve sosyal tüm alanları etkisi altına aldı. Son çeyrekteki söz konusu gelişmeler ve değişmelere daha yakından bakıldığında, XX. yüzyılın ikinci yarısındakilerle, hem ülkelerin politikaları hem de üzerinde yoğunlaşılan konular açısından oldukça farklılıklar göstermektedir. ABD, Japonya, Güney Kore ve AB’nin başını çektiği gelişmiş batı ülkelerinin, kendi menfaatlerini maksimuma çıkarma adına haklı sayılabilecek politikalar takip etmelerinden daha doğal bir durum olamaz. Ancak adı geçen ülkelerin kendi çıkarları için gözünü karartmış bir şekilde terör faaliyetlerini, sadece düşünce bazında değil, ağır silah ve cephane yardımında bulunmak yoluyla uluslararası evrensel kural ve teamülleri hiçe sayarak açıkça desteklemeleri, buna karşın Türkiye ve Rusya gibi ülkelerin de, kendi çıkarları gereği uygulamaya koydukları politikaların ABD ve AB ülkeleri tarafından işlerine gelmemesi nedeniyle, çeşitli iktisadi, siyasi ve bürokratik yaptırımlarla karşı karşıya bırakılıp terör unsurlarının baş tacı edilmesi ve tüm uyarılara rağmen bu yanlış uygulamalarda ısrar edilmesi, günümüze özgü yeni bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır.
Konuyu biraz daha somut düzleme taşıyalım. ABD’nin petrol yatakları nedeniyle kontrol altında tutmaktan vazgeçmediği Orta Doğu’yu; etnik, mezhepsel ve din unsurları kaşıyarak sürekli çatışma ve savaş ortamında tutup bölge ülkelerinin ekonomik açıdan zayıf kalmasını amaçlayan politikaları, artık herkesin malumudur. Aynı şekilde Avrupa’nın en büyük ekonomisine sahip olmasından dolayı “AB’nin ABD’si” konumundaki Almanya’nın, özellikle Avrupa ve dünya coğrafyasındaki çıkarlarını kaybetmemek adına nüfuzunu kullanıp, diğer Avrupa ülkelerini organize etmeye çalışarak Türkiye’yi, Gümrük Birliği Anlaşmasını yeniletmemekle tehdit etme yoluna gitmesinin, ABD gibi önce “bizim dediklerimiz olsun, sonrası önemli değil” mantığından hiçbir farkı olmadığı açıktır. Söz konusu gelişmeler objektif bir şekilde değerlendirildiğinde, ABD ve AB ülkeleri özelinde gelişmiş ülkelerin ne pahasına olursa olsun, çıkarlarından ödün vermeyecekleri anlaşılmaktadır. Gelişmiş ülkelerin çıkarlarına uygun olması koşuluyla, geri kalan ülkelerin hemen tamamının dizayn edilmeye çalışıldığı bir dünyada, gelişmekte olan ülkelerin, bu kuşatmayı yarıp, kendi ayakları üzerinde doğrulmasının ne kadar zor ve meşakkatli olduğu net olarak görülmektedir. Zorluğun birinci sebebi gelişmiş ülkelerin dünyayı kontrolü altında tutma arzularından geri adım atmak istememeleri iken, gelişmekte olan ülkelerin kendilerinden kaynaklanan sebepler ise; gelişmekte olan ülkelerin çoğunluğunun orta düzey teknoloji yoğun bir üretim sistemine dahi sahip olamamaları, eğitim politikalarının modern zamanlara göre çağdışı olması nedeniyle beşeri sermaye niteliğinin düşüklüğü, siyasetçilerin kısa vadeli hesaplar peşinde koşmalarına bağlı olarak bir türlü iktisadi, siyasi, sosyal ve toplumsal konularda yapısal reformlara gitmemeleri şeklinde sayılabilir. Gelişmekte olan ülkelerin, kısır döngüyü kırıp gelişmiş ülkeler grubuna yükselememesinin temel nedenleri olarak sıralanan başlıca maddeler, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin bir çoğunun yaşadığı ve halen içinden geçtiği durumu yansıtmaktadır. Bu süreçte çözüme ulaşmak için köklü, kalıcı, radikal, yapısal ve uzun vadeli reformlara gidilmediği müddetçe, gelişmekte olan ülkeler arasından - örneğin Güney Kore gibi - sıyrılıp, gelişmiş ülkeler arasına katılmak olanaksızdır. Gelecek, bu gerçeğe göre politikalarını yenileyen, kurgulayan ve güncelleyen ülkelerindir.
Soru: Dış ticarette düşük fiyatlar her zaman satış avantajı sağlar mı? Neden?
Sözün Gözü: Yanlıştan yola çıkarak başka bir yanlış savunulması en büyük yanlıştır.