Yeni Anayasa ihtiyacı ertelenemez
1982 Anayasası Türkiye Cumhuriyeti’nin en uzun süre yürürlükte kalan anayasasıdır. Türlü eleştiri ve tartışmalara maruz kalmasına ve sayısız değişikliğe uğramasına rağmen uygulamaya konulalı, 39 yıldır, dimdik ayakta. İlk anayasa 36 yıl (1924-1960), ikinci anayasa 19 yıl (1961-1980) hüküm ifade edebilmişti.
Yapılalı beri sağdan, soldan herkes anayasayı eleştirmesine ve hiç kimseyi tam olarak tatmin edememesine karşın bugünlere kadar gelebildi. Olağanüstü şartlarda ve demokratik olmayan ortamlarda hazırlanmış olmasını bir kenara bırakın, içerdiği son derece muğlak ve sorunlu maddesi bulunması bile bu anayasanın derhal değiştirilmesi için yeterli gerekçeyi ortaya koymaktadır.
Bugünlerde Cumhur İttifakı yeni anayasa tartışmasını gündemde tutmaya çalışırken Millet İttifakı ısrarla bundan kaçınma, duymazdan ve görmezden gelme pozisyonuna sarılıyor.
Biliyoruz ki seçmen, reform bakış açılı siyasal partilere cömertçe destek verirken, statüko taraftarı görünenlere hiç de iyi gözle bakmıyor.
Millet İttifakı bunu iyi biliyor olmasına rağmen yorum yapmak yerine başka mevzuları ‘karşı’ argüman olarak gündeme taşıyor ve ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’ diye yeni bir tartışma konusunu ortaya atıyor.
Oysa bu ifadeyle ne kastedildiği belirsiz, çünkü böyle bir sistem örneği yok. Parlamenter sistem zaten yeterince güçlü bir yürütme ve başbakan öngörüyor. Siz bir de ‘sistemle beraber başbakanı daha da güçlendirelim’ dediğinizde, paradoksal biçimde, bugün Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine karşı yönelttiğiniz eleştirileri kendiniz savunuyor pozisyonuna düşersiniz.
Bir kişinin o kadar güçlendirilmesi demokratik bir rejimde mümkün bir durum değil. Parlamenter sistemde yasama organındaki çoğunluğu nedeniyle istediği yasal düzenlemeyi yapabilen ve yürütmeyi kayıtsız, şartsız kontrol eden bir siyasi kadro kadar tehlikeli bir durum söz konusu olamaz.
Muhalefet bunu söylüyor ve söylerken paradoksun ya farkında değil ya da bilmezden geliyor. Şaşırtıcı olan iktidar blokunun sessizliği. Seçmene bu durumu izahta yetersiz kalıyor. Tüm enerjisini Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin faziletlerini anlatmaya ayırıyor.
Hükümet sistemi konusunda lisans düzeyinde bilgi sahibi olan birine ‘ABD Başkanı mı, yoksa İngiltere Başbakanı mı daha güçlü’, diye bir soru yöneltilse şek ve şüphesiz ‘İngiltere’ der. 16 Nisan 2017 referandumu Türkiye’ye bir başkan getirdi ama bu kişi başbakandan daha etkili ve yetkili değil.
Aksini iddia edebilen varsa, çıksın izah etsin.
Hani, ‘Kadıköy’e köy, Kırşehir’e şehir diyorlar’ diyorlar deniyor ya: Aynı durum.
Yeni anayasayla mevcut anayasanın ruh ve sözü toplumla uyumlu hale getirilmek isteniyor. Bir uzlaşma metni olarak planlanıp, uygulanmış olsa tüm toplum rahatlayacak.
Kamuoyunda yeterince tartışılmaması hayra alamet değil. Bizler, toplum olarak, yeni anayasa talebini sürekli biçimde gündemde tutmalıyız. 21. YY’a damga vurabilecek bir Türkiye’nin yeni bir anayasası olmalıdır. Aşırı detaylı ve türlü tuzaklarla dolu mevcut metinden derhal vazgeçilmelidir.
Ak Parti’nin bir Komisyon marifetiyle hazırlık yaptığı bilgisi hepimizin malumu. Değerli akademisyenlerin bulunduğunu duyuyoruz.
Hasbelkader 1982 Anayasası döneminin başlarından itibaren alanda öğrenim gören, akabinde içeriğini çalışmak suretiyle seyrine şahitlik eden bir akademisyen olarak söyleyecek sözümüz elbette var. Yetkililer, lütfen, önerilerini ve hangi gerekçeyle o sonuca ulaştıklarını bizimle de paylaşsınlar.
Anayasa sadece Anayasa hukukçularına bırakılamaz. Siyaset bilimi, kamu yönetimi, sosyoloji, ilahiyat, psikoloji vs. bilim adamlarının destek ve katkısı olmadan hazırlanacak bir anayasa yine çok tartışılacaktır.
Türk hukuk sistemi mevzuatçı olduğu gerekçesiyle eleştirilir. Anayasayı dar kalıplara, yasaları sadece lafzi yoruma sıkıştırıp bırakan bir mantık ülkenin önü açmaz. Sadece hukukçulara bırakılan bir alandan hayır gelmez.
Böyle düşünüyorum…