Hakan Bahçeci
Hakan Bahçeci Yazı, Yazan, Yazar

Yazı, Yazan, Yazar

Yazma eyleminin okumaktan daha fazla harekete dönük olduğu söylenebilir. Okumak, daha çok içe dönük bir eylem iken, yazma eylemi dışarıya mebni bir faaliyettir. Sözlükteki ilk anlamıyla düşündüğünüz zaman, okuma esnasında kalp atışlarımız en küçük seviyesine düşer. Yazmanın ise hangi araçla olursa olsun, daha kuvvetli bir hareket içerdiği muhakkak.

Yazmak, yazı bilenlere dönük bir eylemdir. Yazıyı bilmekse okumakla başlar. Öğretim konusu olarak bile önce okuma ele alınır. “Okuma yazma” öğreniyorum derken “okuma” faaliyetini evvele alırız. Okumadan, yazmaya çalışmak, anlamsız şekiller yapmak gibidir.

Okumak içinse, yazılı bir metne ihtiyaç duyulur. Her ne kadar okumayı öğrenmek öne alınmış olsa da yazı olmadan okumak mümkün değildir. O halde okumak, yazmaktan önce gelir gibi bir kanaat yarı yolda kalabilecektir. Elde okunacak bir malzeme yoksa, yazı yoksa, okumak da beyhude bir çaba olabilir.

Okullarda öğretilen tarihe göre yazının icadı insanlık tarihi için çok önemli bir dönüm noktasıdır. İlk insanların çeşitli ilkel çağlardan geçtiği düşünülür. Oysa, inananlar için ilk insan Adem’dir ve bir peygamberdir. Kabul ettirilmeye çalışıldığı gibi de, ilkel bir yaşam sürdürmemiştir. Bilakis kanaatimce, o güne dönme çabasında olmalıdır insan. Varacağımız yer peygamberler tarihi olacaktır. Kaldı ki, ilkel değil ilk insanlardır. Yazının icadına kadar bu insanlar da okumuş yazmışlardır.

İnancımıza göre, Hz. Muhammed, ilk vahiy tecrübesini “oku” emrini alarak yaşadı. Okuma yazma bilmiyorum değil, “okuma bilmem” diyerek cevapladı bu emri. Kağıda dökülmüş bir metin olmasa da, olup biteni okumak, insanı, dünyayı okumak yazmayı bilmeyi gerektirmiyordu bile.

Henüz okumayı tam manasıyla gerçekleştirememişken “yazıyı” konu edinmek ve “yazan” olmak zora talip olmaktır sanırım. Okumak da yazmak da oldukça derin, meşakkatli ve yüklü bir iştir. Yazma eylemimiz okumaya dönük olmadıkça nakıs bir durumla karşılaşmak içten bile değil. Lakin kalem ve söz, emanet kalmış. Sözün namusu söyleyene ait olsa da sözü korumak kaleme düşüyor sanırım. Kalem ise yazıya dönük durur her daim.

Yazı, kalemle vücut bulurken, yazan, kalemin sahipliğine yeltenmektedir. Kalem yazana ihtiyaç duysa da, yazı ve kalem arasındaki bağın sırrını keşfetmek yazara düşmektedir. Yazan olmak müşkül değildir belki ama yazar olmak çetin bir uğraştır.

Söz uçar da yazı kalır demiş eskiler. Oysa söz söylendiği andan itibaren, esir alır dilini, yazıysa bu esareti tescil eder. Bu sebeptendir ki yazar, yazısında esir olacağını bile bile, yazıyı refik alır kendine. Bu yazıyı yazan yazarla, yazıyı kağıda aktaran yazar arasında fark olacağını bilenler, yazmakla okumak arasındaki bağın mahiyetini kavramaya adaydırlar. Bu adaylığa, aday adaylığımı koymaya cesaretimiz varsa ne âlâ.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Bahçeci Arşivi