"Yaşamak Tutkusu"
Bir dönem, hemşerilerim Kerim Korcan –Tatar Ramazan’ın yazarı-, Faik Baysal –Sarduvan romanı ile “Nuni” isimli öykü kitabını tavsiye ederim- Cezmi Ersöz, Sevgi Soysal, Doğan Cüceloğlu, Mina Urgan, Necati Cumalı’yı okuyorum. Bazı kitapları, pişmemiş nohut gibi yutamıyordum, boğazımdan geçmiyordu. Okuyamıyordum. Yarıda bırakmayı da vefasızlık saydığımdan, Türkçe bir kitabı İngilizce okur gibi okuyor, bir şey anlamıyor, kendime eziyet ediyordum. Bunun bir yolu, bir çaresi olmalıydı. Güzel ve kibar insan, hikâyeci, Necati Mert’in yanına uğramıştım bir gün. Yaşadığım bu durumu kendisine anlattım ve sordum: “Başladığım bir kitabı bitirmem gerekiyor mu hocam? Bana ne tavsiye edersiniz?” Gülümsedi. Belli ki bu yoldan çok önceden geçmişti. Yaklaşık şöyle bir cümle kurmuştu: “Parasını verdik diye manavdan alıp eve getirdiğimiz kabak çıkan karpuzu sonuna kadar yiyor muyuz?”
Yine bir dönem, okuduğum kitaplardan, altını çizdiğim satırları, internet üzerinden birkaç dostumla paylaşıyordum. Kurt Vonnegut’un Kedi Beşiği kitabında harika bir bölüm yakalamış ve bunu dostlarımla paylaşmıştım. Paylaşmış olduğum bölüm şuydu:
“Önce, Tanrı dünyayı yarattı ve evrensel yalnızlığından baktı dünyaya.
Sonra, Tanrı dedi ki: ‘Çamurdan canlı yaratıklar yapalım ki, neler yaptığımızı görsün çamur.’ Ve Tanrı bildiğimiz tüm canlıları yarattı. Bunlardan biri de insandı. Çamur, ancak insan durumundayken konuşabiliyordu. İnsan biçimindeki çamur kalkıp çevresine bakınarak konuştuğunda, Tanrı eğilip yaklaştı ona. ‘Bütün bunların amacı nedir?’ diye sordu insan kibarca.
‘Her şeyin bir amacı olması mı gerekli?’ diye sordu Tanrı.
‘Tabii’ dedi insan.
‘Öyleyse düşünüp bütün bunlara bir amaç bulma işini sana bırakıyorum,’ dedi Tanrı.
Ve ordan uzaklaştı.”
Kayseri’deki dostum, bu alıntıdan yola çıkarak –o dönem bu kitabın baskısı da yoktu- kitabın peşine düşmüş, zor bela edinmişti. Ben bu durumu sonradan öğrenmiştim. Alıntı yapmama rağmen, bu kitapta başka bir numara yoktu ve peşine düşülüp alınmasına da gerekmiyordu. Öğreniyordum. Alıntı yaptığım kitapların altına not da düşmeliydim: Bu kitabı baştan sona okumanıza gerek yok.
İyi-kötü, eksik-fazla, değişik neden ve çıkışlardan dolayı olan bütün bu okumalarımın bende de birkaç net karşılığı var elbet. Tercihli okumalarımız içimizde bir yere dokunur. Bunu da bir biz biliriz ve kimseye de ispat etmek durumunda değiliz. Benim okumalarım; içimdeki köyüme, içimdeki çiçeklere, içimdeki buğulu göllere, içimdeki –eteğinin hışırtısı duyulan- kıza, içimdeki aşka dokundu çoğu kez. Bunu nereden anlıyorum: Onlarca kitapta, altını çizdiğim satırlardan.
“Erkek derin bir soluk aldı, yoldan içeri saptı, birkaç tozlu, ısınmış çiçek kopardı, sonra arabaya yetişip çiçekleri kadına sundu.
Kadın da onları, teşekkür dolu bir gülüşmeyişle aldı.
-Guguk kuşunun gözyaşları derler bunlara, diyerek özenle bir demet oluşturmaya girişti çiçeklerden.
Kendi yuvası yoktur, bu yüzden hep ağlar durur. Ve gözyaşları nereye damlarsa orada bir çiçek çıkar.” [Vasili Şukşin, Yaşamak Tutkusu].