Yaşamak galip geliyor
Gündüz üç: Cuma öğleden sonra, Ankara'nın bir ilçesine gidiyoruz
arkadaşlarla. Hastayım, öksürüyorum. Keyifsizim. Dışarıda sıkı bir yağmur
yağıyor. Arabayı durdurun, diyorum. Duruyorlar. Aşağı iniyor ve yağmurun
altında koşmaya başlıyorum. Epeyce ıslanıyorum; fakat doymuş değilim. Aradan
on dakika geçiyor ki, yağmur daha seri yağarak sanki bana davetiye
çıkarıyor. Usulcacık ayakkabılarımı çıkarıyorum. Direksiyondaki arkadaşa
yeniden, dur diyorum. Duruyor. Ne yapıyorsun, deli misin sesleri arasında,
ben aşağıya inerek bu kez yalınayak belki onbeş dakika kadar koşuyor ve
sırılsıklam ıslanıyorum. Yanımdan geçen arabalar korna çalıyor. Jipin biri
ne olduğunu anlamak için duruyor. Uzakta bir çiçek görüyorum. Koparıp
kitabımın arasına koyuyorum.
Gece üç. Tavşan uykusundan uyanmış ve yola çıkmışım. Uykusuzum, müzmin
yorgunum ve hastayım. İçimdeki gece uzuyor. Moral gücümün uzatmalarındayım.
Dağılırsam toplanacağım. Dağılamıyorum.
Gece üç: Yıldızı az bir gece. Yine yollardayım. Sana, bana ve hayata dair
düşünüyorum. Karanlığın eşiğinde duruyor aydınlık. Sırtımda heybem, sırtımda
kırk yıl. Sabah yakındır!
Gündüz üç: Para, para, para. Lanet olası. Kahrolası. Cehennem arabası. Üç
hafta önceki köşe yazımın başlığı, ''Sarhoştan Yağ Çıkarmak'' tı. Bilinir ki
bu deyimin aslı, ''Sinekten Yağ Çıkarmak!''tır. Sinekten, hamamböceğinden,
lağımdan, karıncadan, zaaflardan, zayıftan, mazlumdan yağ çıkarmaya
çalışanlar; yazıklar olsun size!
Gece üç: Ağrıdan dişlerim dökülüyor. Hap almıyor; acı çekmenin marazi
zevkini yaşıyorum! ''Evvela dişlerimiz döküldü, sonra saçlarımız'' diyen
B.Rahmi Eyüpoğlu'na sesleniyorum: En erken gönlümüz dökülüyor.
Gündüz üç. Dostlar, sevenlerim arıyor ve kızıyorlar. Telefonum niçin açık
değil. Sebep, dün akşamüzeri Ulus'ta patlayan bomba. Bir mesaja şöyle cevap
veriyorum. ''Bedenim tek parça; lakin gönlüm paramparça!...''
Gece üç: Kendimi işe yaramaz, gereksiz, beceriksiz bulmaktayım. Güçsüzüm,
bezginim. Ancak beni diri tutan ateşim hiç sönmüyor: Seviyorum!
Gündüz üç: Arayanlar soruyor, ''Ankara'da hava nasıl?'' ''Nasıl olsun?''
Bombalı, kahpeli, Anadolu'nun bağrından kopup gelmiş milletvekili adaylı ve
''Bu ülkeye kominim lazımsa biz getiririz, oturun oturduğunuz yerde!'' diyen
Tunalı Hilmi'nin varisleriyle dolu.
Gece üç: Aklımda onlarca yazı kaynaşıyor. Hiçbirini yazmıyorum ama gitme de
gitmiyorlar. Ne berbat bir hastalık bu. Ölsen ölünmüyor, yaşasan sayılmıyor.
Gündüz üç: Yollardayım ve bomba arıyorum. Çöp tenekeleri, kaldırım kenarına
bırakılmış eski valizler. Ya şu karşıdan gelen vatandaş, montunun altına
bomba düzeneği kurmuşsa. Ya şu bayan canlı bomba olabilir mi? Eski bir top.
Şöyle bir yarım vole vursam ve hayatımın gölünü atsam: Bummmm!...
Gece üç: Geceye selam verdim. Sevda dedi, aşk dedi, Merve dedi.
Gündüz üç: Antep karası üzüm, tulum peyniri, pide ekmeği. Yaşarsam
yiyeceğim.
Gece üç: Er ya da geç öleceğim ölmesine ya, yanımda senin sevgini de
götürdüğüm için güzel ve mutlu bir ölü olacağım.
Gündüz üç: Düğün çiçeği, kır lalesi, haseki küpesi, civan perçemi, çoban
çantası, gelincik, gül hatmi, Meryem buhuru, unutmabeni, turna gagası, can
çiçeği, kandilli sümbül, çiğdem, çayır güzeli. Kırlardan topladım bunları.
Hepsi senindir.
Gece üç : Hayat, açılmakta zorlanan demir bir kapı. Bütün kuvvetimle
abanıyorum. Hanımeli kokuyor sokaklar. Biryerlerde ishakkuşu içini çekerek
ötüyor. Omuz ver bana!
Gündüz üç: Alabildiğine hastayım. Vücudumun her yanı ağrıyor. Yemek
yiyemiyor ve sigara içemiyorum. N.Hikmet ''Hiçbir şey unutulmuyor, ölümler
kadar çabuk'' diyor bir şiirinde. Doğru söylersin şair. Doğrudur, yaşamak
hep galip geliyor.