Ya Dönecek Yerin Yoksa!
Çocukluğumun penceresinden şimdiye bakıp da hikâyemi yazmaya başladığım yıllar dönüş yolunu bulmak için yola bıraktığım izleri taşıyor hatırama. Çocuktum ve benim için dönmem gereken yegâne yer; evdi, içinde annemi bulduğum, duvarlarıyla dışarıdakilere kale kurduğum ev…
Her gidiş bir dönüşü de barındırır içinde kimi zaman geride bıraktıklarımız bekler yolumuzu kimi zaman sevinir belki de gidişimize birileri. Kapıyı çarpıp çıktığımız evler değil de duayla uğurlandığımız yuvalar için bir mana taşır dönmemiz. Dönmek üzere çıkıp kaybolduğumuz hayatlar ne olacak peki azizim?
Unutmuyorum, sokağımızda bizden oldukça büyük, uzun boylu, iri yapılı biri vardı. Kimisi ona deli diyor, kimisi ondan korkuyor, onu gören çocuklar ya alay ediyor ya hakaret ediyorlardı. Yaşı bizden üç beş yaş büyüktü sanırım, söylenti bu ya, kardeşini vurmuş yanlışlıkla ve ondan sonra gelememiş kendine. Ne zaman adını söylese biri, kızıp bağırır, deliye döner öfkesinden ve alıp yere çalardı eline geçen nedir bilmeden. Oysa annem bana yasaklamıştı, ona adının dışında bir şekilde hitap etmemi, “onun da bir adı var oğlum; Mustafa, hem bak ne güzel isim” diyordu. Annemin sözünü dinliyor lakin ben de korkumu yenemiyor bu yüzden ona “Paşam” diyordum.
Çocuk kalıp çocuklarla oyun oynamanın hazzını ve heyecanını kaybetmediğimiz o yıllar belki her çocuk kadar afacan ve yaramazdım. Şimdilerde anlatıyor annem ve babam, benim çocuklarım da çocukluğuma gülüp neşeleniyorlar.
İşte o yılların zemheri çıkmayan bir kışında zamanın nasıl geçtiğini fark edemeyen ve oyunun lezzetinden evinden ne kadar uzaklaştığını bilemeyen ben, kayıp olduğumu karanlık olunca fark ettim. Gerçi kaybolmak ne demek bilmiyordum ve kaybolunca ne yapılacağını da. İçimin, eve dönememek korkusuyla yandığını hissettiğim an fark ettim kaybolmanın büyüklüğünü. Oysa evi bulmak için ne çok şey biliyordum, o an hiçbirini anımsayamadığım.
Babamı hatırladım, dükkânımızdan evimize giden yolu ve yol üzerideki işaretleri bana anlatışını. Bana öğrettiği izlerle koca bir adam gibi yolumu buluyor, babamın öğle yemeğini kendim götürüyordum. Ne çok şey öğretmiş bana babam, yolumun karanlığa gömüldüğü kaç zaman onun öğrettikleriyle bulmuşum yolumu. Ne çok iz bırakmış hayat yolunda bana…
Şimdi de çok karanlık ve ben hiçbir izi hatırlamıyorum, girdiğim hiçbir sokak hiçbir yol tanıdık bir işaret vermiyor bana. Etrafımda yalnızlık ve korkudan başka bir iz yok. Ağlamak mı lazım, bağırıp çağırmak mı? Ağlamak için kalbini dinle demişti Paşam ama kalbim konuşamayacak kadar lal ve suskun şimdi.
Dönmek için daha fazla işarete, daha fazla ize ihtiyacım varmış meğer. Sahi, insanın dönecek bir yeri olması ve gerektiğinde o yere ulaştıracak işaretleri olması ne büyük bir nimetmiş… Dönecek yeri olmayan insanın, kavuşacağı biri de olmaz değil mi?
Tüm bu fırtınalı karanlığın içinde ben nasıl da bir iz bulurum derken, köşeden Paşam görünmez mi? Derlerdi, bu Paşam gidermiş bir yerlere de kaç gün gelmezmiş geriye, gediğinde de hep aynı vakitte dönermiş. Her dönüşünde şükürlerle karşılardı annesi ve sadece annesine kıyamazdı, ona bağırıp çağırmazdı. Babası desen çoktan terk edip kaçmıştı. Günler geçer, annesi ağıt döker tam ümit kaybolacak çıkar gelir. Hiç mi kaybolmadın be adam! Ben köşede kendi kayboluşuma yol ararken onu görünce, korkmalı mıyım yoksa sevinmeli mi, nereden bileceğim çocuk aklımla.
Ağlamanın zamanı geldi sanırım. Paşam bana yaklaştı, korkuyordum, karanlıktan, kaybolmuşluktan ve işaret bulamamaktan. Paşamdan korkmadım lakin. Geldi, elimi tuttu, hiç bir şey söylemedi. Ben de söylemedim zaten bitti bitecek takatim. Önce başını havaya kaldırdı, sokağın başına kadar beni sürükleyerek götürdü. Elimi sımsıkı tutmasa kaçardım belki.
Yürümeye başladık, artık işaretim oydu. Kalbime döndüm, içerledim, iç çektim, hıçkırdım. Paşam hızlı ve büyük adımlarla yürümeye devam ediyordu. Kimi zaman ayaklarım yerden kesiliyor, sanki uçarak gidiyordum. Bir ara Paşamın da etrafa, duvarlara ve yukarılara baktığını fark ettim. Bazen yavaşlıyor, arkaya bakıyor, kapılara dokunuyor bazen de elimi bırakıp duvarların üzerine çıkıyor ve tekrar atlayıp yürümeye devam ediyordu. Anladım ki onun da işaretleri vardı, evine dönmeyi o da çok istiyordu ve işaretleri kaybetmekten o da korkuyordu. En son bir caminin avlusunda durduk, şadırvanın en ucundaki çeşmeden bir yudum su içti ve o çeşmeye sırtını vererek yürümeye devam etti. Anladım evine dönüyordu, evime dönüyordum.