Vicdan ve Akl-ı Selime Ne Oldu?
7 Ekim'den bu yana Filistin'de devam eden soykırım ve katliamlar tüm dünyanın gündeminde birinci sırada... İngiltere'de, İrlanda'da, İskoçya'da, İspanya'da, Portekiz'de, Baltık Ülkelerinde futbol takımlarının taraftarları, Amerika'da, İngiltere'de dünya çapında isim yapmış üniversitelerin öğretim üyeleri ve öğrencileri sokaklarda, kampüslerde, tribünlerde açtıkları pankartlarla, yapmış oldukları karaografilerle, yürüyüşlerle Filistin'deki Müslümanlara moral, motivasyon desteği vermeye devam ediyorlar. Filistinlilerin insanca yaşam hakkına savunuyorlar. Bir milletin topyekun yok edildiğini ve bunun bir vahşet olduğunu dile getiriyorlar. İsrail'in yapmış olduğu soykırım ve katliamları gündemde tutmaya çalışıyorlar. Siyonist medyanın manipülasyon ve algı operasyonları ile uyutmaya çalıştığı insanlık vicdanını uyandırmak için ses çıkarıyorlar.
Güney ve Orta Amerika ülkelerinde binlerce insan camilere akın edip İslam hakkında bilgi almaya, Filistinlilerdeki bu direniş gücünün, inancın kaynağını özünü anlamaya çalışıyorlar. Bunların akabinde de batıdan her gün onlarca, yüzlerce ihtida haberleri örnekleri, hidayet haberleri sosyal medyaya ve uluslararası medyaya düşüyor. Filistin'de toprağa düşen tohumlar batıda çiçek açmaya, meyve vermeye devam ediyor. Yumuşak güç zorbalığa, şiddete, zulme bir kez daha galebe çalmaya devam ediyor. Filistin'deki islami direniş, batıda vicdani uyanışa vesile oluyor.
Tüm dünyada bunlar olup biterken, Filistin'e belki de politik ve ekonomik anlamda en fazla destek veren ülke olan Türkiye'nin vatandaşlarında aynı hassasiyeti maalesef göremiyoruz. Üniversite kampüslerinde hâlâ zincir köfteci ve zincir kahveci boykotuyla ilgili bir ciddiyet söz konusu değil. Türkiye kamuoyu hâlâ " Bize ne Filistin'den..." sığlığının ve tarihi misyonunu inkarın derekesini yaşıyor. Üniversitelerimizde bırakın yürüyüş, gösteri yapmayı tam bir vurdumduymazlık ve aymazlık var. Filistin'in nasıl oldu da Osmanlı'nın elinden çıktığına dair tarihi karartma ve tarihi hakikatleri perdeleme akılları örtmüş vicdanları karartmış durumda. Akademik camia, akl-ı selim ile Filistin'in geleceği üzerine düşünce üretme konusunda bile üzerlerine düşeni yapamıyor. "Görünüyorum o halde varım!" felsefesi, ünvan, makam, koltuk savaşları egoizm mikrobunu beslemeye devam ediyor. Artık bünyelerde egoizm, egosantrizim ve hedonizm enfeksiyonu var. Tribünlerin, kampüslerin, sokağın, hatta dini bürokrasinin gündem ve kavgası bu çerçevenin dışına taşmıyor.
Batıdaki futbol takımlarının taraftarları her hafta trübünlerde Filistin Bayrakları, açtıkları döviz ve pankartlarla gündem olurken, bizdeki futbol taraftarlarının gündemi, İstanbul'daki iki kartel takımından hangisinin şampiyon olacağına ve hangi anadolu takımının küme düşeceğine odaklanmış durumda. Filistin mi? O, Türkiye tribünlerinin umrunda bile değil. Hakemlere duyulan kin, öfke ve buğzun yüzde biri bile Siyonist İsraillilere duyulmuyor. "İçinizden biri bir kötülük görürse onu eliyle, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle (ona karşı kin ve nefret beslesin). Bu ise imanın asgarî gereğidir." sözü sadece hakemlerin yanlış çaldığı düdüğü kapsar hâle indirgendi.
Cesedi poşetlerde taşınan çocuklar, parçalanmış beden parçalarının arasında kendi evladının uzuvlarını toparlamaya çalışan anne ve babalar, molozların, enkazların altında cesedi çürüyen masum insanlar, Türkiye kamuoyunda ve sûnî Arap ülkelerinde, Ortadoğu ve Müslüman coğrafyada neredeyse kimsenin umurunda bile değil. Mezalime alıştırıldık. Müslüman toplumlar ekonomik krizlerle, terör ve kaotik toplumsal harekatlarla bir anlamda içe döndürüldüğünden dolayı, başını kaldırıp çevresiyle ilgilenecek durumu dahi kalmadı. Kurulan ekonomi ve para tuzağının içerisine düştüler. Diğer taraftan iç politik çekişmeler, makam veya koltuğu koruma refleksleri Müslümanlara kardeşinin derdi ile dertlenmeyi unutturmuş durumda. "Yanı başındaki komşusu açken tok yatan kimse, iman etmemiştir." ifadesi veya "Sizden biri, kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe mümin olamaz.” ifadesi ya da "Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.” ifadesi hadis kitaplarında nostaljik birer vecize hükmüne büründürülmüş durumda.
Yahudilerin Garkat Ağacı hadisine inanıp, iman ettiği kadar maalesef Müslümanlar Kur'an-ı Kerim'deki İsra Suresi 4-7. ayetlere iman etmiyorlar. Türkiye'de muhafazakar, dindar olarak tanımlanan kamuoyu, ipi siyonistlerin elinde olan ulusal!medya tarafından köpürtülen, sosyal medyada trend topic yapılan Rabıta ile Audi/Mercedes arasındaki sığlıkta, bayağılıkta salınmaya, gelip gitmeye devam ediyor. Audi/Mercedes ve Rabıta üzerinden Müslüman topluma saldırı ve yıpratma devam ediyor. Hergün, her hangi bir tarikat veya cemaate mensubiyet ve iltisakı olan bir piyonun İslam İtikadına, taban tabana zıt söylemleri, zikir adı altında garip, tuhaf dans ve eylemleri, şeyh diye kamuoyuna reklam edilen zevatın lüks ve şatafatlı özel yaşamları, kerameti kendinden menkul hikayeleri sosyal medya aracılığıyla üzerimize boca ediliyor. Daha fazla dindar olacağı kanaatiyle bunların peşine takılanlar dinden oluyor farkında bile değiller. Kanaat önderi olarak toplum adına söz söylemesi gerekenler ve bu noktada derin bir sessizde bürünmüş durumda.
Hasılı pozitivizm ve sekülerizm temeli üzerine inşaa edilmiş bütün izmler İslam dünyasını, Müslümanların zihinlerini işgal etmiş durumda. Müslümanlar bu zihni işgalden kurtulmadan Filistindeki işgali gündeme almaları pek mümkün gözükmüyor. Siyonizm temeli üzerine inşaa edilmiş bütün proje ve programlar, Müslümanların vicdanını öldürmüş durumda onun için Filistindeki soykırıma kayıtsız ve alakasız kalıyor. Öğretilmiş çaresizlik ve idealsiz bir hayat anlayışı Müslüman ruhları esir almış durumda. Önceliklerimiz ve değer yargılarımız değişti. İslam ahlakı değil dünya menfaati, kişisel hırslarımız, tarafgirlik duygularımız değerler önceliği sıralamamızı alt üst etti. "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!" anlayışı bize ait bir anlayış değil. Bir an önce uyanmazsak zehrin acısını topuğumuzda hissettiğimizde çok geç olacak. Asıl yapılması gereken, farz olan rabıta: Müslümanların aralarında olması gereken kardeşlik ve imani rabıtadır... Gerisi kör dövüşü...