Mehmet Topuz

Mehmet Topuz

Uzun bir yazı…

Uzun bir yazı…

Ahlaki erozyon sürecinden her fırsatta bahsedilmektedir. Nasıl olacak ya da ne yapılmalı kısmıyla ilgili de ne yazık ki kafa karışıklığı söz konusu… Kafa karışıklığı ile bir müddet, izlemeye ve gözlemlemeye yönelik sosyolojik durumun bir seyir terasına dönüşmesi ve istenmeyen sonuçlara evrilmesi üzüntüyle karşılamak ve elde yapılacaklara yönelik bir tedbirin olmaması bir çaresizlikten öteye de geçmemektedir.

Böyle bir yazıyı niçin kaleme alma ihtiyacı duydum? Elbette bu memleketin bir ferdi olarak toplumun en yakından en uzağa doğru bir yakınma sürecinin olması, konunun önemine dair bir yazar gözüyle eksiğiyle ve fazlasıyla bir tespitin varlığını sorgulamak olsa gerek. Niyetim elbette bir eleştiri yapmak değil… Çünkü bu neyin eleştirisi olmalı ve ben buna demeliyim ki bu eleştiri yerinde oldu. Hayır, bu bir durum tespiti olsa gerek baştan sona.

Bu sürece dair; ilk etapta geleneksel değeri hiçbir vakit bitmeyen bir cümlenin gölgesinde ilerlenebilir. Ve ilk cümle şu olsa gerek; ”Eğitim, aile de başlar.” Bu kısmı kaçırdık mı? Acep ola… Sanmıyorum… Bir düşünme sürecine bu cümlenin eşlik etmesi önemli… Şimdi bura da bir dakika durun… Ve düşünün bu cümlenin alt bileşenleri çok ama çok fazla… Anne, Baba, babaanne, anneanne, dede… Bir aile ve bir eğitim… Aile nerede?

Sürece dair konuşulması gerekenler hususunda, bir şeyler daha elbette söylenebilir. İkinci etapta şunu söyleyebilirim. Şuranın açık anlaşılır ve net bir şekilde konuşulması gerektiği kanaatindeyim. “Şimdi burada insan insanın yurdu mu yoksa kurdu mu? Kısmının da hem kültürel hem de sosyolojik yönü itibariyle sağlam bir şekilde irdelenmesi gerekir.” Diye düşünüyorum. Niçin bunu söyleme ihtiyacı hissettim, çünküsü insanların artık birbirine olan güven bağlarında bir kopma durumu söz konusu. Burada şunu rahatlıkla söyleyebilirim. “İnsan insana bir vesiledir.” Sebepsiz bir durum hiçbir vakitte söz konusu değildir.

Konu biraz uzayacak galiba anlatmadan geçmeyelim.

Geçenlerde elma bahçesi sahibi bir vatandaş, tanıdık biriyle bir hasbihal ederken, bahçede hasat vakti yaklaşık elli kişinin çalıştığını söyledi. Yani burada elli kişiye ihtiyaç var. Bahçe sahibi, bütün işi kendisi yapamaz. Diğer yönüyle bu elli kişi buradan sonuçta ailesi ve kendisinin ihtiyaçlarını karşılayacaktır. Ve burada bir başkası bir başkasına bir vesile kaynağı olmuş gibi durmakta. Sosyolojik dinamiği anlatmaya yönelik basit ve bir yönüyle de önemli bir örnekten bahsediyorum.

İnsan, insanın kurdudur.( Thomas Hobbes) İfadesine dair ise, bir diğer yönüyle de konuşulabilir. Tam karşılığı budur kısmında değilim. Çünkü düşünce ve yorumlar değişebilir. Madem konuşulacak negatif yönü itibariyle artının yanındaki eksiyi de görmezden gelmek olmayacaktır; elbette.

Yukarıda ki örnek üzerinden yeni bir süreci konuşsak ve durum şuna evirilse;

“… Bahçede hasat vakti yaklaşık elli kişi çalışsa ve bu ve çalışan kişiler, hasetlik gibi ya da istememe durumuna bağlı, bahçe sahibinin meyvesini bir ayrıma tabi tutarken, kalite yönü itibariyle, kaliteli kısmı kalitesiz kısma dökme ya da azaltma durumu ortaya çıksa ve bahçe sahibi zarar etse ya da ettirilse…” Sonuçta alacaklı olanda bu sebepten alacağını alamasa sonuç ne ola… Bir takım kargaşa… Gerek var mıydı? Burada ki sonuç, bakış açımızı tazelemek durumunda olmamız olsa gerek… Sosyolojik bakış açısı… Birey bazlı iyi niyet ilkesi… Yoksa buyur buradan yak. Dön başa. Eğitim aile de başlar.

Sürece dair konuşulacaklar kısmına bir üçüncüsünü ekleyerek devam edelim. Bu kavramda “ADALET” kavramı olsa gerek.

Kim adaletli olmalı? Sorusu bir ayrım oluşturacaksa, büyük; küçüğüne karşı adaletli olmalı; işveren işçisine karşı adaletli olmalı, makam sahibi yanında çalışanlarına karşı adaletli olmalı… Elbette örnek çoğaltılabilir. Bir kamu spotu olsun, düşüncesiyle söylemiyorum bunu. Bunun normali bu olduğu için söylüyor ve yazıyorum. Şöyle, sonuçta adalet kavramı öğrenilen bir durum.

Devamında hâkim karar verecekse yine adaletle hükmetmeli… Yoksa gerisinden gelecek olan sosyolojik ölçekte davranış biçimi şu olsa gerek, falanca bunu yaptı, herhangi bir ceza almadı, demek ki neymiş suçlu olan aynı zamanda güçlü de olabiliyormuş. Bu cümle korkulacak bir cümle, elbette bir yönüyle… Caydırmaktan ziyade teşvik edilmek gibi bir durumun ortaya çıkması içler acısı bir durum olsa gerek. Sonrası mı? Söylemeye gerek yok.

Burada yazar; Alev Alatlı’nın bir konuşmasında söylediği sözler aklıma geldi. Paylaşmadan geçmek istemedim.” Helalleşmek, mahkemede dava kazanmaktan üstün olmalıdır…” Galiba bunun normali bu ve bu hep böyle olmalıdır.

Uzun bir yazı olması hasebiyle; konunun sonuç kısmına dair birkaç cümleyi peşinen söylemekte fayda var.

Ahlaki erozyon, geleneklerden kopma, kültürel erozyon ve lumpen şehirleşme düşüncesinin varlığına dair ifadelerinin veri tabanı kolay kolay dolmayacaktır elbette. Fakat ahlaki çürümenin ya da erozyonun varlığına dair bireylerin elini taşın altına koyması gerekmektedir. Fakat konu, bana dokunmayan yılan bin yaşasın, mevzusu ise, bir başarı hikâyesi elbette olmayacaktır.

Yine de sorundan çok bir çözümün parçası olma düşüncesiyle, şikâyet eden değil, çözüm üreten olma derdiyle şunları söyleyebilirim.

Tarihten günümüze ataerkil aile yapısının içeriği ne durumda sorgulanmalı… Göçün toplumsal etkileri inceden ipliğe araştırılmalı… (Tabi bu araştırma kitap başında bir araştırma falan değil, toplumun içinde gözlemleyerek, dinleyerek, gezerek araştırılmalı.) İletişim kavramına yönelik çalışmalar önem kazanmalı. Tepeden bakmacı bir anlayışla değil elbette bu. Şöyle burada bir kopukluk var, anlatılacak olan ya yeterli değil, ya da anlaşılacak olan kısmın anlaşılmaması durumunun nedenleri irdelenmeli. İletişim kopukluğunun sebepleri irdelenmeli, araştırılmalıdır.

Sosyal medya aygıtlarının varlığının bu sürece etkisi ne ya da ne değil? Televizyon bir kültür haline mi dönüştü? Ve bu sürece dair ne yapılabilir? Bu süreç güya bir medeniyetleşme mi değil mi?

Kalın sağlıcakla…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Topuz Arşivi