Uzak, güzel, sakin…
Bazen yazmış olmazsın, kalbinden seslenirsin.
Parkın güneşli bölümünde oturmuş, önüm sıra geçen insanlara dalgın ve uzak bakıyorum. Hepimizin onlarca hikâyesi, devridaim eden yaşamak sahneleri var. Hepimizin yetişmek istediği, kaçırdığı, beklediği ve kazandım sandıkları var. Acı, neşe, hüzün, coşku, sessizlik, yalnızlık, sabır, şükür bizler için…
Sonra sen düşüyorsun aklıma. Uzak, güzel, sakin.
Defterime notlar düşüyorum; sana, bana ve insana dair.
* * *
Gülümseyerek verdiklerin kucaklama gibiydi…
* * *
Yazmak; hüzün, hasret ve umuttur. Yazmak gurbete, yazmak kötülüklere ve olumsuzluğa meydan okumaktır.
Yazmak; ellerimizin, saçlarımızın ve gönlümüzün öksüzlüğünü giderme isteğidir.
Yazmak iyidir!
* * *
Karanlık ve fırtınalı bir denizin içinde kaybolur gibi olduğumda dostlarımın varlığı fener ışığı gibi yolumu bulmamı sağlıyor. Dostlarımıza dua etmek de gönül borcumuzdur.
* * *
Söylediklerimizle yaptıklarımız arasındaki fark insanlığımızı gösteriyor.
* * *
Her gün hata yapıyorum. Yapmak istemiyor fakat yapıyorum. İnsanlarla beraber yaşıyor ve insan olmanın gereği diyerek geçiştirmeden, “iyi insan” olmanın yavaş, incelikli ve sabırlı olmaktan geçtiğini anlıyorum. Tuttuğumuz yol bizi “insan” olmaya götürmeli. İyi insanlar olduğumuz için değil, iyi insanlar olmak için “iyilerle” daha sık görüşmeli, sözün ötesinde gerekirse gidip tüm sessizliğimizle yanlarında oturmalıyız. İyiler gül bahçesidir, gül bahçesinde oturan da gül kokar.
* * *
Sabahın yelini, dinginliğini, güneşin doğuşunu… Kalbini unutuyor insan. Unutulan da paslanıyor.
* * *
Kendimi yalnız, yorgun ve mahcup hissettiğimde ellerine bakar da öpmekle ağlamak arasında gider gelirdim.
* * *
Yazmak sevmekti. Yazdım. Yazdıkça yaralı kuşlar doldu göğsüme.
Şimdilerde içimden üzgünüm, dışımdan sessiz.
* * *
Hâlbuki daha okuyacağım onlarca kitap, yazacağım şiirler, öyküler ve mektuplar vardı. Hâlbuki pencereden dağları, fındık bahçelerini, ardıç koruluğunu, tepelere inen sisi, belli belirsiz ırmağı, sizin evinizi… Hâlbuki bitişik bahçede renk renk kasımpatılarını, şafak renkli gülleri, hatmileri, sardunyaları, ortancaları, şakayıkları, mor iris çiçeğini görürdüm. Hâlbuki “Altın hızma”, “Kınıfır bedrenk olur”, “Az bana gönder” ve “ Yaylanun çimenine” türkülerini söylüyordum. Hâlbuki geceyi dinler, aya ve yıldızlara bakar da iç çeker, tek gerçeğimiz kader der ve susar kalırdım. Hâlbuki sabahın ışık oyunlarını, yeşil ispinozları ve saka kuşlarını, serçeleri, kumruları, arı ve keten kuşlarının mübalağalı haykırışlarını, şakacıktan dövüşmelerini seyran eder, dünyaya ait sesler başlamadan yola çıkar da güneşe doğru yürür, dünyadan firar eder de şükrederdim. Şükrederdim ve severdim. Hâlbuki sen çoktan gitmiştin.
* * *
Satırlarını çizdiğim bütün kitaplarımı sana, yaşama coşkumu da Güneşdamlası’na bırakıyorum.
* * *
Bazen yazmış olmazsın, kalbinden seslenirsin.
* * *
“Yaralı, yaralı, yâre yaralı yüreğim…”
* * *