Ustanın Meselesi…
Sekiz günlük ömrün dokuz günlük yemeği olur; cümlesiyle sarılmıştı insan bütün işlerine… Aslında Anadolu’nun bağrından süzülüp gelen sözler dizisinde yerini daha önce almış mıydı bu söz diye merak etmeden geçmekte tarihe ve insanlığa haksızlık olmaz mıydı?
Bak burada basit bir konudan falan bahsetmiyorum. Aslında Anadolu insanının yaşam felsefesinden hayata bakış açısından, altmışlı yaşların belki de kendi tecrübesinden süzülüp gelen bir cümleden bahsediyorum. Bir dil, bir cümle, bir üslup hepsi ama hepsi kendi içinde bağlantılı ve bir o kadar da işlevsel öneme sahip olduğunu düşünüyorum.
Bu o kadar çok anlatıldı ki dilin; cümlenin ve üslubun önemine dair belki binlerce makale ele alınmıştır kişisel gelişim adına.
Neyse kısa bir kamu spotundan sonra konuya dair giriş gelişme ve sonuç kısmını oluşturup, bir temenniyle cümleye son verelim. Sekiz günlük bir ömür, seksenli yıllara kadar ortalama yaşam süresi üzerinden, yorumcunun yormakla başladığı bir ifadenin tezahürü olsa gerek. Ancak burada bitmeye ramak kala kısmının, bir bitmek ifadesinden uzak olduğunu bir günlük daha bir ihtiyaç halinin galiba zuhur edeceğini bilmek, bir irfan meselesi olsa gerek.
Sekiz günlük ömrün dokuz günlük yemeği olur; derken neyden bahsediliyordu. Ya da dokuzuncu günün varlığına dair edinilen tecrübenin bir yoklukla varlık arasında olduğunu düşünmekte sekiz günlük ömrün muhasebesinden önce dokuzuncu günün kaygısıyla yaşamak beraberinde neyi getirirdi insana? Ya da insan umursamaz tavrıyla senden önce ve senden sonra dünyanın, insanlığın var olduğunu da düşünüp, ben olmasam da olur demeyip belki de maddi manevi insanlığa yük olmamanın da önemli olduğunu kestirebilmiş miydi?
Ya da Necip Fazıl Kısakürek’in ifadesiyle;” Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum. Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.” İfadesinin varlığından haberdar olan insanın ömrünün dokuzuncu gününün varlığına dair beşeriyetsel ifadesi de başlı başına, galiba insanımızın irfanı olsa gerek.
Şöyle, diyerek devam edecekti cümleye. Galiba sekiz günlük ömrün, dokuz günlük yemeğine dair kendince söyleyecekleri de az gibi durmuyordu. Tabi bu cümleden sonra kısa bir sessizlik hali ortama hâkim olmuştu. İnsana dair muhtaçlık ifadesinden bahsediliyordu. Kimsenin kimseye muhtaç olmaması için çalışmak gerektiği, emek vermenin önemi, helalinden bir lokma ekmeğin peşinde olup rızkını kovalaması gerektiğini ifade ediyordu. Arkasından biraz tebessüm haliyle; dokuzuncu günün ihtiyaçlarından, kefen parasından ya da misafirlerin galiba bir cenaze de ağırlanmasından devam ederek cümleyi bağlıyordu. Tabi bu garipsenecek bir durum da değildi elbette. Beşeriyetin ölçüsüne dair yeni bir ölçü daha çizmek gibi bir şeydi bu ve insan sonuçta ölümlüydü. Fakat bu ifade kapitalizmin bütün öngörülerinden ve çizgisinden uzak düşen bir ifadeydi.
Belki şu da düşünülebilir. Ben öldükten sonra ne önemi var dokuzuncu günün denilebilir. Tabi bu herkesin kendi düşüncesine dair bir ifade kalıbı… Bağlayıcı yanının ise sahibine yönelik olması sonuçta düşünülmesi gereken ayrı bir konu olsa gerek.
Netice de bir dokuzuncu gün gerçeği elbette var reel de… Kimin ne dediğinden ziyade… Fakat geride kalan sekizinci günün durumuna dair ve içeriğin, ana temasına dair bir şey söylemekte mümkün gözükmemekte. Bilinenden bilinmeyene ya da bilinmeyenden bilinene dair nasıl bir yolculuktu bu. Altmışlı yaşların getirisinden, cümleye dökülen kelimeler şaşkınlık hali oluşturuyordu insanda.
Kalın sağlıcakla…