Toplumsal bunalımı aşmalıyız!
Uzun zamandır Koronavirüsle ilgili bir yazı yazmıyorum. Bunun sebebi sanırım artık olayı kanıksamamızdan kaynaklanıyor.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın paylaştığı günlük verileri Koronavirüs’ün ilk günlerinde hepimiz son dakika olarak duyuruyorduk. Bütün haber kanallarında sıcak gelişme olarak bu veriler ele alınıyordu. Bakan Koca’nın Twitter profilinde adeta nöbet tutuyorduk hepimiz.
Türkiye’de ilk vakanın ortaya çıktığı günlerde neredeyse herkes marketten aldığı ekmeği bile arap sabunuyla yıkayıp öyle sofraya getiriyordu. Kimse kimseyle yan yana dahi gelmek istemiyordu. Sanki kıtlıktan ölecekmişiz gibi hepimiz marketlere hücum ediyorduk.
Şimdi ne değişti de daha itidalliyiz hakikaten. Ya da o zaman ne hissetmiştik de kargaşa haline bürünmüştük.
Sahi, toplum psikolojisi ne kadar da değişken…
O günden bugüne dönüp baktığımızda çok şey değişti.
Uzun zamandır bu konuda çoğumuz ne paylaşım yapıyoruz ne de haber kanalları uzun uzadıya bu konuyu ele alıyor. Günlük veriler sadece alt yazı olarak geçip gidiyor.
Toplumsal olarak hepimiz bu illetle yaşamaya bir şekilde alıştık nihayetinde. Karınca kararınca herkes bir şekilde kurallara uymaya gayret ediyor.
Hepimiz, hayatlarımızda muhtemelen bir daha karşılaşmayacağımız dev bir toplumsal deneyden geçiyoruz aslında.
Koronavirüs karşısında 'Evde kal' çağrısı hepimiz için çok farklı şeyler ifade ediyor mesela. Evde kalma günlerini kimileri güneşli bahçesinde dinlenerek geçirirken kimileri de küçük bir apartman dairesinin camından bakarak ruhu sıkıla sıkıla atlatmaya çalışıyor. Çalışmak zorunda olanlar ise evde kalamıyor.
Herkesin hayatında olduğu gibi benim hayatımda da bu dönemde köklü değişiklikler oldu elbette. Meslek gereği çok fazla insan sirkülasyonuna maruz kalsak da çok şükür henüz Korona bize uğramadı.
Sanırım bunu, maske-mesafe-hijyene borçluyum. Bir de ailemden başka kimseyle yemek yemiyorum, çay içmiyorum (Bence bu çok önemli). Ailemden başka kimseyle bir araya gelmemeye de alıştım gibi.
Fakat bir an düşündüm de ne kadar yalnızlaşmışım, bencilleşmişim, ben merkezli bir insan olmuşum.
Arkadaşlarımla görüşmüyorum uzun zamandır. Akrabalarımı da ziyaret etmiyorum. Çıkalım da ailece dışarda bir yemek yiyelim de diyemiyorum. Vaktimin çoğu evde bir başıma, sosyal medyada, kitap, tv, internet başında geçiyor.
Ve işin en kötü yanı da ben artık bu hayata daha çok alıştım. Daha çok sevdim. Dışarıya çıkıp gezesim ya da arkadaşı, akrabayı ziyaret edesim gelmiyor…
Peki bu nereye kadar böyle gidecek. Pandemi bitince de bu hayat tarzıyla yaşamaya devam mı edeceğiz?
DİYANETE VE SİVİL TOPLUMA BÜYÜK İŞ DÜŞÜYOR
Bu köklü değişikliği elbette sadece ben yaşamıyorum. Neredeyse toplumun tümü bu şekilde bir hayat tarzına dönüş yaptı. Herkes “ben merkezli” bir hayat tarzını hızlıca benimsedi.
Sosyal mesafe, sosyal mesafe, sosyal mesafe diye diye mesafeleri açtık. Eklemeden edemeyeceğim; aslında bu tedbirin doğrusu fiziksel mesafe ya da fiziki mesafe olmalıydı.
Sosyal hayatla bireysel hayat arasında kocaman bir uçurum açıldı. Belki de bundan sonra hiç sosyalleşemeyeceğiz.
Sıla-i rahim yapmayı bıraktık. Büyüklerimiz bir başına kaldılar. Arkadaş ziyaretlerini, taziyeleri, düğünleri, akrabalarla akşam oturmalarını, hafta sonu yemeklerini, hasta ziyaretlerini, hatta paylaşmayı ve en önemlisi de istişare meclisini bir kenara bıraktık.
Evet, temastan kaçınmak adına bunların hepsi doğru önlemlerdi. Yapılması da kaçınılmazdı. Ama bunları hayatımızın değişmezleri haline getirmemiz uzun vadede toplumsal bir bunalımı, kopukluğu ve erozyonu beraberinde getirecektir.
Düşünsenize, Koronavirüs var diye Cuma Namazına gitmemeyi normalleştirdik mesela. Pandeminin ilk günlerinde bu önlem yerindeydi ama toplumun namaz kılan bir kısmı Koronavirüsü bahane ederek hala Cuma namazına gitmiyor ya da gidemiyor.
Bu çok düşündürücü bir konu bence.
Bu erozyonu durdurmak adına en çok iş Diyanet İşleri Başkanlığı’na, Milli Eğitim Bakanlığı’na ve sivil toplum kuruluşlarına düşüyor.
Toplumu bu kopukluktan kurtarmak ve yeniden imar etmek için çok çalışmaları lazım. Sıla-i rahimi, dostluğu, paylaşmayı, hüzne ve sevince ortak olmayı, büyükleri saymayı, küçükleri sevmeyi, sosyal hayatta canlılığı, pandemiden sonra eski sağlıklı günlerine döndürmek için şimdiden çok iyi çalışmalar planlamalılar.
Konya Sivil Toplum Kuruluşları Platformu ve Konya İl Müftülüğü bu konuda Türkiye’ye örnek olabilir diye düşünüyorum.