TAHTEREVALLİ EKONOMİSİ
Öncelikle bir durum tespiti yapalım ki anlatacağımız düşüncelerin ayakları yere sağlam bassın ve ayrıntılarda boğulmayıp, ana konudan sapmayalım.
Merakla beklenen Merkez Bankası Başkanı Erdem Başcı’nın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a vereceği 130 sayfalık ve iki saati bulan ekonomi brifingi gerçekleşti. Yapılan bu görüşme sonunda; işadamlarımız artık geleceğe daha bir güvenle mi bakıyor, yurtdışı piyasaların ekonomimize bakışlarında iyimser bir hava mı oluştu, ülkemize yönelik doğrudan yabancı yatırımların seyrinde bir artış mı oldu, dünya genelinde kendine hem sığınacak güvenli bir liman hem de yüksek kar arayan ve herkesin genelde sıcak para olarak bildiği küresel sermaye ülkemize mi akmaya başladı, yurt içi doğrudan yatırımların artması yönünde bir sürecin önü mü açıldı ya da tüm bu soruları kapsayacak bir şekilde bu görüşmeden sonra ekonomimiz rahatladı mı, istikrara mı kavuştu? Bu sorulara verilecek tek cevap, kocaman bir hayır. Bu görüşmeden sonra taraflarca (Cumhurbaşkanı–Başcı–Babacan) ekonomimizle ilgili olumlu, piyasaları rahatlatan demeçler verilse de, dolar ve faiz arasında meydana getirilen tahterevalli oyunu devam edecek, ekonomimiz stabil hale gelmeyecekti, sakinleşmedi de. Zaten sakinleşmesini, taşların yerine oturmasını beklemek ancak saf bir beklenti olurdu, en azından üç nedenden dolayı. Birincisi üzerinde fırtınalar koparılan merkez bankasının alacağı karar ne olursa olsun - siyasi kanadın beklentisine uygun bir politikalar üretseydi de – ekonomimizin istikrar düzeyine olumlu yönde tesir edeceği düşünülemezdi. Çünkü merkez bankasının alacağı kararlar en genel ifadeyle, hepimizin malumu olduğu üzere para politikası araçlarının devreye sokulması anlamına gelir. Bu politikalarda tek başına ekonominin parasal sorunlarına kalıcı çözüm üretemediği gibi, reel ekonomi dediğimiz üretim ekonomisine olası etkileri ise sınırlı düzeyden öteye geçemeyecekti. İkincisi iktisat politikaları (para, maliye, gelir, döviz kuru) ne kadar iyi kurgulanırsa kurgulansın, ne kadar başarılı sonuçlar vereceği düşünülsün tek başlarına uygulamaya konulduklarında başarılı sonuçlara ulaşılması mümkün değildir. Nasıl ki, örneğin otomobillerle tekerin biri bile olmazsa ya da sorunlu olduğunda mesafe alınamazsa ancak dört teker üzerinde (başka teknik sorunları olmaması şartıyla) daha kolay hareket edilebilirse, ekonomilerinde tıpkı söz konusu örnekteki otomobil gibi istikrarlı bir sürece kavuşturulmak isteniyorsa, tüm iktisat politikaları tek başına değil, bütün olarak ve birbiriyle senkronize bir şekilde uygulamaya konulmalıdır. Üçüncüsü ise yirminci yüzyılın sonlarına doğru iktisadi, sosyal, kültürel, teknoloji, çevre, sağlık gibi hemen tüm alanlarda dünyayı kapsama alanı içine katan bütünleşmenin, dayanışmanın ve etkileşimin artması anlamına gelen küreselleşme sonucu, tek tek ülkelerin adeta küresel ekonominin bir figüranı durumuna düştüklerini görmekteyiz. Durum böyle olunca büyük bir köy haline gelen dünyamızın en uzak bir yerindeki örneğin bir Hindistan firmasının ürettiği bir ürün sonucu, yüzlerce firma iflas edebilmektedir. Yani artık dünyada herkes herkesin rakibi olabilmektedir. Bu gerçeği ortak payda yaptıktan sonra, ülkemizdeki faiz–kur tartışmasına dönecek olursak, TC Merkez Bankasının alacağı faizle ilgili karar siyasi kanadın birebir istediği gibi olsaydı da, iktisadi sonuçların beklentileri karşılayıp karşılayamayacağı, bizim dışımızdaki belki onlarca bağımsız değişkenin etkisine göre şekillenecekti. Bakınız, FED toplantılarından nasıl kararlar çıkabileceği, kararlar açıklandıktan sonra ekonomiler üzerinde ne tür etkiler yapacağı; ECB’nin deflasyonist tehlikeden kurtulabilmek için piyasalara para pompalaması yönündeki politikaların EURO bölgesi ekonomilerine nasıl yansıyacağı; Japonya, Çin gibi dünya pazarlarında ciddi ağırlıkları olan ekonomilerin uygulamaya koydukları ekonomi politikalarının sonuçlarının neler olabileceği, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere olası etkileri üzerinde sayısız toplantılar, ekonomik programlar, açık oturumların yapıldığı büyük köyde, artık alınan her türlü karardan tüm dünya ekonomileri etkilenebilmektedir. Hal böyle olunca, beklenen sonuçların ortaya çıkması bir sürü ihtimallere bağlı. Böyle bir olguyu en baştan mecburen kabul etmek zorundayız ki, sonraki gelişmeler karşısında bu realitelere göre hesabımızı, kitabımızı yapalım.
Doların yine hareketli bir seyir takip ettiği, sonra biraz sakinleştirildiği ama yapısal sorunların devam ettiği ve devam edeceği yüksek adrenalinli bir haftayı geride bıraktık. Önümüzdeki haftalarda ise küresel boyutta 18 Marttaki FED toplantısı, ABD’nin ekonomi verileri, ECB’nin uygulamaya koyduğu gevşek para politikalarının başarı oranı, kredi derecelendirme kuruluşların açıklamaları; ulusal boyutta ise siyaset-merkez bankası arasındaki bilek güreşinin sonuçları, para politikası kurulu kararları, BİST ve altın fiyatlarının değişimi, reel ekonomi verileri, ekonomimizin istikrarlılığı ve sağlam temellerde oturup oturmadığı test edilecek. Üstelik genel ekonomi verilerimiz, pek iç acıcı değil maalesef. Siyaset ve merkez bankası bürokratik kademeleri el birliğiyle, ülkemizi dünyaya kaos ekonomisi olarak pazarlamayı becerdiler. Bunun yüksek oranlardan borçlanmak, yabancı sermayeyle reel ve parasal yatırımların başka ülkelere akması gibi ekonomik yansımaları ise çok net, bir o kadarda acıtıcı olacak. Kaynak mı? Her zamanki gibi düşük ve orta gelirli halk yığınları. Nice adrenalini yüksek günler yaşamaya şimdiden hazırlanalım. Bu yaz çok sıcak geçecek!...
Soru: Türkiye, BRIC-S ile aynı grupta düşünülebilir mi? Neden?...
Sözün Gözü: Ekonomi yönetimi, ne tek başına iktisatçılara ne de tek başına politikacılara bırakılmamalıdır.