Şimdi söylemek yerine susmak kalsın bana
“Kolay anlatılıyor öyküler, acılar, kolay yazılıyor. Kolay yaşanmıyor oysa!”
Dün gece yemeğe davetliydim. Gittiğim yer, 12-20 katlı binaların olduğu bir site. En büyüğü on on iki yaşında, tam manası ile çocuklardan oluşan otuz kişilik bir grup, ellerinde Türk bayrakları site içinde slogan atıp dolaşıyorlar. Ki ben binaya girdikten uzun süre sonrada gelen seslerden, çocuklardan oluşan eylemci grubun, site içinde dolaşıp slogan atmaya devam ettiklerini duyuyordum. Hayır, abartmıyorum. Hatta bu tür eylem, organizasyon ve davranış biçimlerini yerine göre sağlıklı da bulurum. Ancak kötü olan şuydu: O yaştaki çocuklara, muhtemelen büyüklerinin bağırttıkları slogan: “Dişe diş, kana kan, intikam, intikam!”
Uzun süre takılıp kaldım bu sloganda. Kavga etmemiş, askerde astlarına dayak atmadığı için dayak yemiş biri olarak, kan ve intikam bana o kadar uzak ki .
Misafir olduğum evden okumak için iki kitap alarak ayrıldım. Gece birini okudum. Gece uzuyor, gece düşlere davet çıkarıyordu.
“diyelim ki: aşk bir mektuptur/ bir şairin göndermeyi unuttuğu”
Sevdiğimiz, özlediğimiz bir insana hayran hayran bakarken göz bebeklerimiz büyür. Şimdi yakın ve yanımda değilsin ya fark etmiyor, ben gözlerine baktığımı düşlüyorum, göz bebeklerim büyüyor. Hem belki de aynı şey yazarken de oluyordur. Oluyordur kesin!
Merhamete olan kadim açlığıma rağmen çok zaman gösterilen merhametten korku duyuyorum. Bunun sebebi; insanların daha sonra, yaptıklarını hatırlatıyor olmalarıdır. Yine böyle olmuştu ve hep olduğu gibi dağlara doğru yürümeye başlamıştım. Işıktan, sesten, binalardan, arabalardan ve herkesten uzaklaşıp kırlara çıkmıştım. Hüzünlü anlarımızda, garip bir şekilde, kalbimiz büyürken bedenimiz küçülüyordu. Mevsim güz, aylardan Eylül. Kurumaya yüz tutmuş otların içine bitkin ve acı içinde tortop uzandım.
Herkesten uzak dediğime bakma. Herkesten uzak olmak istediğimde, asla “herkes” olmayacak olan sen yanımda oluyordun. Yani ben böyle düşlüyordum. Böyle anlarda kendimi merhamet dolu kalbine bırakıyor, yeniden toparlanıyordum. Ayrıca toprak, uçsuz bucaksız gökyüzü, zamansızlığın içinden bana ulaşan hanımeli kokusu da yaralarıma merhem oluyordu. İyileşmiştim. Kalktım ve yeniden teslim olmak için yüzümü şehre doğru döndüm.
Giderek yaklaşan bir ambulans sesiyle kendime geldim. İçimden hastaya şifa diledim ve gülümsedim. Gülümsedim çünkü sana da anlatmış olduğum, sevdiğim bir arkadaşıma kız arkadaşının yanında yaşadığı heyecandan dolayı şöyle takılıyordum: “Yanına giderken ambulans çağırıyor musun?”
Ankara mor bir geceye hazırlanırken ben de mektubumu bitireyim.
Şimdi söylemek yerine susmak kalsın bana.