Sığınak mücahitleri, nüfuz tacirleri
Farklı alanlarda ortaya çıkan bozulmanın özellikle ortak değer ve paydalarımızın istismarı noktasına varması en büyük problemimiz. Konjonktür gereği ortaya çıkan, o günün parsasını toplamak üzere konumlanan tipler bunun en önemli müsebbipler.
Bu tipler, toplumsal mağduriyetleri kullanılma, olmayan olaylar üzerinden algı meydana getirme ve meseleleri çığırından çıkarmak suretiyle toplumsal dinamiklerin bozulmasına neden olmaktadırlar.
Fetö bunu Ergenekon davaları nedeniyle yaptı. Alakasız insanları dosyaya eklemek suretiyle haksızlıklara neden oldu. Sonuçta büyük bir mesele küçük menfaatleri peşinde koşan Makyevelist insanların esiri ve oyuncağı haline getirildi.
Yakın tarihimizde, 12 Eylül mağdurları örgütlenemedikleri, bir araya gelemedikleri için ihmal edildiler. Kimse o dönemi ve haksızlıklarını konuşmuyor artık. Madımak Olayları ve hemen arkasında tezgâhlanan Başbağlar Katliamını da çok az insan hatırlıyor. Hatta Madımak’ta aleyhinde bir delil bulunmayan ve ileri yaşlara ulaşan kişilerden halen cezaevinde yatanlar mevcut.
28 Şubat’ı mağdur oldukları için unutmayan ve unutturmayanları kutluyorum. 24 yıldır takipteler. Öncesinde 1980’li yıllarda, hassaten Doğramacı’nın YÖK başkanlığı döneminde meydana getirilen başörtüsü mağduriyetini mesela hatırlayan yok.
Bu dönemlerin en büyük mağdurları İmam hatipliler ve Meslek liseliler. Darbeci mantık İmam hatip düşmanlığı yapalım derken, mesleki ve teknik eğitimi de bitirdi. Milyonlarca gencin hayatı karartıldı. Bugün olmaları gereken mevkilere gelemediler.
1990’lı yıllarda, henüz 28 Şubat bile gelmeden hakları ellerinden alınan, iş hayatına başlarken bu liseye ait diploması nedeniyle ayrımcılığa uğrayanlara hiç bakan yok.
Öte yandan, Alevi olmak, şu veya bu etnik kökenden olmak da mağduriyet oluşturmuş olabilir.
Bütün bu dönemlerde öne çıkıp, sorumluluk üstlenen ve haksızlıkları dile getirenleri tebrik ederiz.
Asıl üzerinde durulması gerekenler merhum Aliya’nın ‘Sığınak Mücahitleri’ olarak isimlendirdiği kişiler. Bunlar kavga, gürültü, kargaşa ve hak arama dönemlerinde yani haksızlıkları hüküm sürdüğü zaman dilimlerinde ortalıkta görünmeyenler. Ancak, ne zamanki olay geçiştirilir, baskı azalır, refah ve huzur dönemi başlar bunlar gündeme gelirler.
Bakarsınız bir sivil toplum kuruluşunda boy gösterir, bakarsınız medyayı işgal eder, bakarsınız gündemi meşgul edecek bir atraksiyonun temel aktörü olurlar. Arkasından faaliyet, anma, hatırlama adı altında hikâyeler üretilir, mağduriyetler üzerinden prim yapma yarışına girilir.
15 Temmuz yine bunun en önemli araçlarından biridir. Demokrasi havarisi kesilirler.
28 Şubat zaten yeterince kullanıldı ve tüketildi. Mağdur olmayan, hassasiyeti bulunmayanlar yeterince boy gösterdi, göstermeye devam da ediyor.
Baskı ve zulüm dönemlerinin esas mağdurları genellikle kenarda, köşede kalırlar. Onlar sahnelenen tezgâhın parçası ol(a)mazlar da zaten.
Gündemi işgal edenlerinki ise bir ruh hali, bir davranış bozukluğudur. Üzülerek söylememiz gerekiyor ki Türkiye’de ve şehrimizde aşırı sayıda var bunlardan.
En büyük problemse bunlara izin veren hatta teşvik edenlerdedir. Belki iyi niyetle, belki de bilmeden alet olurlar. Sonuçta toplumda yanlış bir kanaat ve eğilim meydana gelir.
Bu tipleri tanımak için faaliyetlerine bakmak gerektiğine inanırım. Sadece medyaya yönelik çalışmalar yürütenler, hedefe kamuoyunu etkileme boyutunu alanların bunlardan olduğunu söyleyebilirim.
Küçücük bir faaliyet için büyük bütçeler harcayanlar, bunu da kendi ceplerinden değil bir belediye yahut kamu kuruluşuna finanse ettirenler yanlış yapıyorlar.
Topluma derdini anlatmak, bir daha olmaması için gayret göstermek, bilinçlendirmek için çalışmakta olanlarsa olayın sessiz kahramanları.
Burada gerçek sivil yapılanmalara büyük sorumluluk düştüğünü ifade etmem gerekiyor.
Onlar doğruları yapsınlar, alanı kontrol etsinler ki, nüfuz taciri yetersizlere yer kalmasın.