SERT DALGALI SÜREÇ
Donald John Trump orijinli siyasi istikrarsızlık sinyallerinin güçlü bir perdeden dillendirilmesi ve başkanlığının ABD basını tarafından bir türlü kabullenilememesinin global ekonomi ve siyasi arenasına yansımaları devam etmektedir. Halen dünyanın hem reel hem finansal sektör hem de askeri güç bakımından en büyük ekonomisine sahip olan ABD’nin her hangi bir arz veya talep şokuyla karşılaşması, dağdan kopup inen çığ misali tüm ülkeleri, çok kısa sürede etkisi altına almaktadır. ABD ekonomisi, her ne kadar Almanya, Japonya, İngiltere, Fransa gibi bir çok gelişmiş ülkeye göre daha dinamik bir yapıya sahip olsa da, temel iktisadi gösterge verilerinin uzun dönemli bir dengeye oturduğunu söylemek fazla iyimserlik olacaktır. Hemen her ülke gibi ABD de kendine göre içinde bulunduğu ekonomik, siyasi, sosyal ve toplumsal sorunlar yumağını aralama uğraşısı içindedir.
Ülkemizi de coğrafi yakınlık başta olmak üzere dış ticaret hacminin büyüklüğü nedeniyle de oldukça yakından ilgilendiren, tek tek ülkesel bazda değil ama bir bölge olarak bakıldığında oldukça önemli bir ekonomik ve siyasi güç olarak karşımıza çıkan Avrupa Birliği, daha yakından bakılacak olursa Euro Bölgesi, uygulamaya konulan para ve maliye politikası araçlarına rağmen, bir türlü büyüme trendini yakalayamadı. Dünyanın ABD, Almanya, İngiltere gibi gelişmiş ülkelerinin özellikle Orta Doğuyu paylaşma mücadelesinde geri kalmamak ve çıkarlarını maksimize etmek adına, terör örgütlerini gizleme gereği dahi duymadan desteklemelerinin, en başta Türkiye, Irak, Suriye, İran ve Rusya gibi bölge ülkeleri olmak üzere, Avrupa ve diğer bölgelere kısa sürede hızla yayılması, tüketicilerin geleceğe daha kötümser bakmaları sonucunu doğurmaktadır. Bu düşüncenin bir sonraki eylemi ise, talep esnekliği 0 ile 1 olan temel gıda – tüketim – sağlık ihtiyaçları ile, ısınma, giyinme, elektrik, su, doğal gaz gibi kullanımı zorunlu ihtiyaçların giderilmesi dışında harcama yapılmasında çekingen davranılmasıdır. Konuya yatırımcılar penceresinden bakıldığında ise, orta ve uzun dönemde durgunluğun kalıcı olacağını öngörmek, kesinlikle kâhinlik olmayacaktır. Gelişmekte olan ülkelerin birçoğunda ortaya çıkan ekonomik istikrarsızlığın ve siyasi çekişmenin adeta normalleşme şeklinde algılanması, gelişmiş ülkelerin ise büyüme hızlarındaki yavaşlama girdabından bir türlü kurtulamadığını gören yatırımcıların tasarruf fazlalarını, adeta doğuştan herkesin alnına yazılmış olan homoeconomicus kuralı gereği, - bir çok riski bünyesinde barındıran mal üretme adına reel ekonomiye değil de - kısa sürede ve yüksek kazanç getiren menkul, gayri menkul, arsa, altın, dolar, euro gibi konvertibl paralar şeklinde değerlendirmeleri, domino etkisi gibi tüm küresel ekonomiyi resesyon kıskacına almaktadır. Tabi ki, ekonomik yavaşlamanın hemen her ülkeyi hızla kısa sürede etkisi altına almasını nedeni küreselleşme iken, derinliğinin az veya fazla olması ise çarpan ve hızlandıran etkilerinin ters yönde işlemesinden kaynaklanmaktadır.
Büyük resim budur ve her ülke bu gerçekleri baştan kabul etmeli, hesabını kitabını ona göre yapmalıdır. Genel global durum bu kadar karmaşıkken, batı ülkeleri çıkarları uğruna bu kadar kuralsızca davranırken; ABD’de tüketim harcamalarının azalırken, Nisan ayı itibariyle yıllık TÜFE’nin %2,2 gerçekleşmesi, FED yılın geri kalanında iki veya üç kez daha faiz artırımına geçip geçmeyeceği tartışmalarının, iç siyasi mücadelenin sertleşmesinin, Rusya – Çin – Kuzey Kore üçgenli dış siyasetteki restleşmelerin, DXY’nin 100 düzeyinin bile altına inmesinin, Suudi Arabistan ile Rusya’nın petrol üretiminde azaltmaya gitmeleri şeklinde önceki anlaşmalara göre tekrar fikir birliğine varmalarının petrol fiyatlarını artırmasının, Çin sanayi üretiminin % 6,5 oranı gibi beklentileri bile karşılayamamasının, Eurozone büyüme oranının bir türlü %2’lik bandın üzerinde sürekliliğinin sağlanamamasının, fazla bir önemi kalmamaktadır. Yukarıda sıralanan gelişmelerin ülkemize yansımasının sonuçları da, ciddi bir anlam ifade etmemektedir; Nisan ayındaki artan bütçe harcamaları, bankacılık sektörünün artan karlarının ve güçlenen mali yapıları, Şubat ayında işsizlik oranının %12,6’ya düşmesi (Ocak ayında %13), enflasyonun geleceğiyle ilgili olumsuzlukların kuvvetlenmesi gibi gelişmelerin de fazla bir öneminin kalmadığı gibi. Başta ABD, Almanya ve İngiltere gibi dünya gemisinin kaptanlığına soyunan ülkeler, akıllarını başlarına almayıp uzun vadeli küresel çıkarlar yerine, şimdiki gibi kısa vadeli ve tamamen kendi çıkar odaklı politikalarını sürdürürlerse, ister gelişmiş, gelişmekte ve geri kalmış ülkesi olsun dünyanın hiçbir coğrafyasında kalıcı istikrarın tesis edilmesi olanaksızdır. Geçici, suni, ilkbahar esintisi gibi olumlu fakat geçici gelişmelerin dünyaya barış, huzur, istikrar getirmesi hayalden öteye geçmeyecektir.
Soru: Gelişmiş ülkelerde marjinal tasarruf eğilim oranı yüksek midir? Neden?
Sözün Gözü: Kişi ancak kalbi kadar mutlu olur, ne bir eksik ne bir fazla.