Selamla ve bir dağı taşıyan kalbinle kalasın Dağlım
Kar yağıyor Dağlım. Kitap okuyorum. Bazen bir cümleyi tekrar tekrar okurken bazen bir paragrafın ortasında dalgınlığıma yeniliyorum. Kar, fukara gübresi; kar, insanlığın neşesi; kar, gökyüzünün gelinliği…
Uzun uzun dalgınlığımın tadını çıkarıyorum. Gönlüm sana, elim kalemime gidiyor.
Akşamdan başlayan kar yağışı sabaha kadar devam etmiş, gün açtığında yolların kapandığını görmüştüm. Arabalar çalışmıyordu. İşim vardı ve şehir merkezine inmem gerekiyordu. Üzerimi sıkıca giyindim ve yola koyuldum. Yolumun üzerinde oturan kadim dostum Hüseyin’e uğramayı düşündüm, vazgeçtim. Hüseyin benden de tembeldi ve kar yağışı canına minnet olmuştur, uyuyordur diye düşünüp rahatsız etmek istemedim. Yine yolumun üzerindeki fırından birkaç ekmek alıp Hüseyin’in kapı koluna takarak yürümeye devam ettim.
Üç gün sonra Hüseyin’le görüştüğümüzde bana şöyle demişti: “Ekmek kadar güzelsin!”
Hepsi bu kadardı. Devamında ne ben ekmek bıraktığımı söylemiştim, ne de Hüseyin bu konuyu uzun uzadıya deşeleyip manasını azaltmıştı. Karlı havalarda hep o günü, hep ekmek kadar güzel olmayı hatırlar da gülümserim.
Bunu sana anlatmamın bir nedeni var elbette. Sormuyordun anlatıyordum. Merak ettiklerimi hissediyor ve söylüyordun. Zenginliğin ilk basamağının vermek, vermenin ilk adımının merhamet olduğuna inanıyorduk. Veriyorduk ve zengindik.
Seni tanıyalı beri, gönlümün kapısına asıp gittiğini, merhameti yiyorum Dağlım. Yıllar önce Hüseyin’in bana armağan ettiğini şimdi ben sana hediye etmek istiyorum. Ekmek kadar güzelsin!
İnsan insanı, insan varoluşunu sevdiğinde yaşamaya başlıyor. Şükürler olsun yaşıyor olmaya ve sevmeye.
Bazen “anasını yitiren ve çığlık çığlığa bağırarak bütün yuvaların çevresinde dolanan yavru kuşlara “benziyor ve ağlıyorum Dağlım. Bu ağlamalarım “İnsanoğlu meyvesini düşürmek için silkelenen ağaç gibidir. Ondan gözyaşı dökülmeden insanoğlu hiçbir zaman silkelenmez.” olsun istiyorum.
Hissetmeyi hayatımızdan çıkardık. Çok konuşuyoruz. Konuştukça yamalı bohçalara dönen ilişkilere nispetle çok şey söyleyen, hissettiren sessizliğini seviyorum. Ki zaten vara vara sessizliğe varıyor insan. Bir de konuştukça çoğalan boşluğa…
“Bütün gecelerimin rüyalarını sende canlanmış bulmam” çok konuşmak ve soru sormakla değil, hissedişle olmuştu. Günün, güneşin, gezdiğimizin çayırların, dağların, ormanın, bakışlarımızın, susmamızın, “ruhlarımızın bir noktada birleşip bizim için bu kadar ilahi bir dille konuştukları” zamanda birbirimize bir şey söyleme ihtiyacı duymuyorduk.
Zengin, merhametli, gökyüzünün, kalbimizin ve şifanın kaynağı Rabbimize dua ediyorum Dağlım. Dua ki suya benzer, temizler gönlümüzü.
Gökyüzünü göğsüme doldurmuş Rabbim. Bu duygunun adı yok; adı olsun dersen, adı aşk olsun.
“Bu kurtulduğum yük, benim kendi kalbimdi. Onu verince sanıyordum ki hayatı ilk defa olarak bütün genişliğiyle elde etmiştim. İnsan o kadar aşk için yaratılmıştır ki ancak kalbi tamamıyla dolu olarak sevdiğine kanaat getirdiği gün kendisini insan addeder. O zamana kadar düşünceleri içinde arar, endişeye kapılır, çırpınır, dolaşır. O zaman gelince durur, dinlenir: Talihinin sonuna ermiştir.”
O zamanın ne zaman geleceğini bilemeyiz; arar, dolaşır, okur, ağlar, yürür, yorulur ancak yaşar dururuz. O zaman elbet gelir…
Selamla ve bir dağı taşıyan kalbinle kalasın Dağlım.