RÜYA BİTMEK ÜZERE
ABD ve buna bağlı olarak neredeyse tüm ülkeler, FED’in faiz artırımı sonrası olası gelişmelere karşı, kendilerine uygun takip edecekleri bir iktisadi model belirlemeye çalışıyorlar. Yaklaşık son iki yıldan beri ABD ekonomisinin içinde bulunduğu koşullar ve bundan dolayı uygulanması düşünülen başta ekonomi politikaları olmak üzere siyasi açılımlar da, farklılık göstermektedir. 2016 yılında ABD ekonomisinin önceki birkaç yıla göre öne çıkan makro ekonomi verilerine bakıldığında, iktisat politikası uygulamalarının ciddi oranda değişeceği görülmektedir. Büyüme, enflasyon ve işsizlik gibi temel konularda önceki yıllara göre oldukça iyi konuma gelmesi, Trump’ın seçim çalışmaları sırasında maliye politikası araçlarından kamu yatırımlarına ağırlık vermeyi ve vergi oranlarını azaltarak bütçenin açık vermesine yol açacak sonuçları tetikleyecek uygulamalara girişmesinin öncelikle enflasyonu ve bunun sonucunda da faiz oranlarını yükseltmesi, beklenen olağan gelişmelerdir. İşte tam bu noktadan sonra Türkiye’yi ve gelişmekte olan ülkeleri etkileyen süreç başlamaktadır. Trump’ın ekonomi alanında söylediği sözlerin, ben kendi adıma, uygulamaya koyacağını varsayıyorum. ABD ekonomisinin büyüme, enflasyon ve işsizlik rakamlarının şu anki trendini devam ettirmesi ve bunun üzerine reel ekonominin çarpan etkisi yoluyla toplam talebin artıp tüm toplumu kapsayarak fiyatların yükselmesini sağlamasının bir sonraki adımı, faizlerin yükselmesidir. Piyasanın normal işlemesinin faiz oranlarını artırması durumunda, FED’in faiz oranlarını artırmaktan başka bir tavır sergilemesi beklenmemelidir. Bundan sonra öncelikle güvenilir bir liman sonra yüksek kar peşinde koşan sıcak paranın çok büyük kısmı ABD’ye akacağını tahmin etmek zor olmasa gerektir. Bu durum, gelişmekte olan ülkeler için son birkaç yıldır dile getirilen, özellikle eninde sonunda yakalayacak olan bu gerçeğe göre ekonomilerini dizayn edemeyen, FED’in söz konusu faiz artırımına hazırlıksız yakalanan yani, yapısal sorunları çözme yolunda popülizmden ve uzun vadeli kayıplar uğruna kısa vadeli çözüm yollarını tercih eden, sadece ülkeyi yöneten konumda olma adına hukuk, demokrasi ve evrensel insan hakları gibi temel normların genetiğiyle oynayarak kendi siyasetine yapay zemin sağlamaya çalışan ülkeler için, sonun başlangıcı anlamına gelmektedir. Bu ülkelerin ekonomik açıdan içinde bulunabilecekleri diğer özellikleri ise; iktisadi reformların zamanında uygulamaya konulamaması, dış ticaret ve cari açık vermeyi alışkanlık haline getirmeleri sonuçta toplam gelirleriyle giderlerini karşılamaktan aciz olmaları nedeniyle dış kaynaklara muhtaç olma boyunduruğundan kendilerini kurtaramaması, siyasi istikrarın sağlanmasında anlık veya kısa süreli olgulardan çıkarak süreç aşamasına geçilememesi şeklinde sıralanabilir. Yukarıda sayılan olumsuz faktörler, FED’in faiz artırımına geçmesi halinde, karşılaşılacak durumlara göre önlem almayan gelişmekte olan ülkelerin karşılaştığı genel gerçekleri dikkat çekmektedir. Bu sayılan unsurlardan ülkemizin yaşamadığı bir sorun var mı sorusunun cevabı çok açık bir şekilde hayırdır. Artı fazlası var, o da yapısal iktisadi ve hatta yapısal siyasi sorunların üzerine ülke olarak Suriye, Irak ve Orta Doğu orijinli adeta varlık mücadelesi verdiğimiz jeopolitik risktir. Türkiye olarak öyle bir ince çizgi üzerinde yürüyoruz ki, iktisadi, siyasi ve jeopolitik konularda yapılacak en ufak bir hata, geri dönülemez bir şekilde örneğin Halep durumuna düşmemiz anlamına gelmektedir. Bu duruma düşmüş bir ülkede iktisadi, siyasi ve sosyal değişkenlerin ve değerlerin hiçbir önemi kalmaz ki, en kötü senaryoda budur.
Ateş topu olarak nitelendirilecek Ortadoğu’da hesapları olan ABD, İngiltere, Almanya, Rusya ve İran gibi çok merkezli ülkemiz üzerine sahnelenen kirli oyuna ve yaklaşık 15 yıldır iktisadi, sosyal ve toplumsal tüm kazanımlarımıza rağmen, maalesef belirsizlik ikliminden çıkmayı henüz başaramadık. Engin bir devlet kültürüne, yüksek ve derin bir bölgesel etkileme gücüne sahip olan ülkemizin, üstesinden gelmesi ve alması gereken çok uzun yol bulunmaktadır. Ülkemizi yöneten hükümetin siyasi ve jeopolitik mücadele bir yana, ekonomik açıdan özellikle belirsizlik ortamını dağıtacak eylem ve söylem politikalarını, halkın tamamını daha da kapsayacak çapta genişletmelidir. Hükümet alternatifi olan meclisteki diğer üç partinin de, tüm politikalarını vatanın bütünlüğü ortak paydasında gerçekleştirmesi gerekir. Ancak tüm Türkiye ölçeğinde bunu başarabilirsek zor durumdan çıkabiliriz. Ondan sonrası siyasi mücadele sonucu, kendini 79 milyona daha iyi tanıtan, güvenini kazanan siyasi parti ülkeyi yönetir, konu bu kadar basit. Değilse iktisadi ve sosyal çalkantılar içinde ülke olarak savrulmaktan bir arpa boyu yol alamayız. Maalesef bu zamana kadar, bu konuda istenen düzeye gelemedik. Ekonomimizin canlanması adına açılan ve açıklanan birçok teşvik paketine rağmen piyasaların bir türlü canlanmaması, içine düştüğümüz çıkmazın en açık göstergesidir. Yerli yatırımcılar gelecek endişesinden, uluslararası tasarruf sahipleri de ancak sıcak para yoluyla finansal yatırım araçlarını tercih etmekte, doğrudan sabit yatırımlar düşük seviyede kalmaktadır. Buna bağlı olarak ekonomimizin ekseni üretim merkezli olmaktan çıkıp finansal alana kayarak, spekülatif manipülasyonlara açık hale gelmektedir. Böyle bir sonuçla karşılaşılması bile, tek başına istikrarın sağlanamaması için yeterli bir faktördür.
Soru: Transfer harcamalarının artması, bir ekonominin iyi olduğunu gösterir mi? Neden?
Sözün Gözü: Gönül terazisi bozuk olandan uzak dur, her konuda.