Postmodern cepten yiyoruz
Önceki yıllarda tepki çeken kara cuma kampanyalarını kapitalist sistem bu yıl insanları rahatsız etmeyecek şekilde muhteşem cumaya dönüştürdü. Mükemmel cuma, mübarek cuma gibi alternatifler sunulsa da yabancı markalar bile Türkiye pazarında muhteşem cumaya razı oldular. Biz de mübarek cuma günümüze halel gelmediğinden gönül rahatlığıyla alışverişimizi yaptık(!)
Bu yıl Amerika’daki orijinal adı kara cuma olan alışveriş çılgınlığından önce 11 Aralık Bekârlar Günü münasebetiyle üç günlük bir indirim yapılmıştı. Ardından siz adına artık ne diyorsanız cuma günü kampanyası geldi. Bazı markalar, mağazalar bu kampanyayı da üç güne uzattı. İndirimlerin bir kısmı önce zam ardından indirim şeklinde olsa da gerçek anlamda çok ciddi indirimler de yapıldı. Yaşanılan alışveriş çılgınlığını herkes kendi meşrebine göre yorumluyor. En klişesi ise insanlar bir yandan geçinemiyoruz derken diğer yandan bu kadar alışveriş nasıl yapıyorlar sorusunu ortaya atıp, akılları sıra durum tespiti yaptığını sananların ki oldu.
Şu anda toplumun büyük bir bölümünün geçinemediği, ay sonunu zor getirdiği ortada. Alışveriş çılgınlığına uyan alt gelirli kesimin büyük bir kısmı daha önce belirlediği temel ihtiyaçları bu kampanyalar sayesinde daha uyguna satın almış oldu. Elbette abartanlarda vardı. Bir de olayın aslını astarını araştırmadan yorum yapmaya kalkıyoruz. Bir AVM cep telefonunda kampanya yapmış. İnsanlar altı bin liralık telefonlardan almak için geceden kuyruğa girmişler, mağazanın kepenkleri açılırken içeri hücum ediyorlardı. Bu haberle ilgili videoyu izleyince bende ilk başta yadırgamıştım. Altı bin liraya telefon alınır mı diye. Yorumlarda klasikti. En hafifi hem açız diyorlar hem de kaç bin liralık telefonlar için birbirlerini yiyorlar. Oysa biraz araştırınca satılan telefonların gerçek değerinin 10-12 bin lira olduğunu, altı bin liraya o telefonu alanların hiç dokunmadan iki-üç bin lira kâr edebilecekleri öğrendik. Yani günün sonunda herkes kârlı çıkmış oldu…
Bu alışveriş çılgınlığında kendilerini kaybedenler, kredi kartlarının faturalarını görünce ayakları yere basacak. Zaten bu tarz alışverişlerin en büyük numarası elde nakit olmayan para ile yapılmasıdır. İşin içine bir de taksit girdi mi çoğu zaman sağlıklı düşünmeden alışveriş yapıyoruz. Mantıklı olan insanların aylık gelirlerine göre harcama yapmaları ama çoğu zaman bu çizgi aşılıyor. Ondan sonra faturaları ödemek için temel ihtiyaçlardan kısılıyor, yetmediği noktada bankadan nakit avans çekiliyor, o da çare olmuyorsa nihayet kredi çekiliyor. Yani sistem bir şekilde sizi aktif halde tutup tüketim çarkında ortalama bir yıl dönmenizi sağlıyor.
Doğruluğu yanlışlığı elbette tartışılır ama insanlar ellerindeki parayı değil geleceklerini tüketiyor. Eskiler işi gücü olmayanların hazır birikimlerini satmalarına cepten yiyor derlerdi. Tabi bizimki biraz postmodern bir cep. Olmayan birikimi, parayı yediğimizden geleceğimizi ipotek altına bırakıyoruz. Sonrası biraz karanlık. Biraz makul olanlar bir şekilde borçlarını ödeyebiliyor. Hayal dünyasında yaşayıp kendilerini kaybedenleri ise maalesef bir süre sonra gazetelerin üçüncü sayfasında görüyoruz… Kendi adıma, internetten alışveriş yapmadığım ve akıllı telefon kullanmadığımdan bu yıl da çılgınlığı hasarsız atlattım diyebilirim. Sadece mağazalardan eski fiyat-yeni fiyat kıyaslayarak alınan birkaç ihtiyacın haricinde bu çılgınlıktan da kurtulmuş olduk.
İnsanların temel sıkıntıları devam ediyor. Hatta gelirlerinden çok kredi kartı limitine sahip olduklarından bir sarmalın içine giriyorlar. Elbette herkes kendisinden sorumludur. Lakin bu anlık yoğunlukları insanların durumu iyi olduğundan harcayabiliyor, ekonomi de sıkıntı yok olarak değerlendirmekte sağlıklı bir okuma değildir. Günün sonunda herkes kendi çapında kârlı çıktı ama elbette asıl kazanan yine bankalar oldu…