Musab Seyithan
Musab Seyithan Politikadaki yozlaşma ve ahlâksızlaşma

Politikadaki yozlaşma ve ahlâksızlaşma

Siyasetle politikayı ayrı tutup yazımızın başlığını bilinçli olarak “Siyasetteki yozlaşma ve Ahlaksızlaşma” değil “Politikadaki Yozlaşma ve Ahlaksızlaşma” koyduk. Bunlar günümüzde birbirinin yerine kullanılsa da anlamca farklıdır. Çünkü politika iktidar olmak için her türlü alicengiz oyunlarını kullanarak iktidar erkine yerleşmeyi hedeflerken; siyaset, insan idare etme ve hizmet etme sanatıdır ve iktidara gelmek için halka yapacağı projeleri anlatarak muhaliflerinden farklı hizmet sunacağının tanıtımını yapar, iktidar sahiplerine alternatif olduğunu, hedefler ortaya koyarak halkın huzuruna çıkar.

Dolayısıyla seçim meydanlarında muhaliflerine yalan, iftira ve hakarete başvurmadan muhaliflerince halka yapılan hizmetleri takdir eden ama kendileri iktidara geldiğinde halka daha iyi hizmetler yapacağını projeler ortaya koyarak iktidara talip olanlar, siyaset yapıyorlar demektir. 

Fakat “Bu iktidar dünyanın en doğru işini yapsa da bizim bu hükümeti alkışlayacak halimiz yok,” diyerek muhalifleri tarafından halkın menfaatine gerçekleştirilmiş hizmetleri takdir etmeden yalan, iftira, hakaret ve küfürler yağdırarak iktidara talip olanlar da politika yapıyorlar demektir.

Politika yapmanın da kendince etik kuralları vardır ama bugün Türkiye’de gelindiği nokta itibariyle işler iyice rayından çıkmış, sin-kaflı küfürler havada uçuşmaktadır. Son örneği, geçtiğimiz hafta Bingöl’de yaşanmıştır. Bilindiği gibi İYİ Parti Başkan Yardımcısı, İzmit Milletvekili Lütfü Türkkan, Bingöl'de şehit ağabeyi Tahir Gümren'in Meral Akşener'i eleştirmesi sonrası ahlaksızca, 'Senin bacını....' şeklinde küfür etmişti. Şehit yakını; “İYİ Partinin, terör örgütünün siyasi ayağı HDP’ye destek olmasını ağır bir dille eleştirdiğini ve bunu da Genel Başkanları Akşener’in dava ettiğinden dolayı ceza aldığını, dolayısıyla sizler terör örgütü payandasısınız” anlamına gelen sözler sarf etmiştir. Buna karşı ahlaksız, edepsiz, paranın ve makamın şımarttığı Lütfü tarafından sin-kaflı küfre muhatap olmuştur. Sonra da pişkin pişkin “Ben sövmedim, boynuna sarılarak teskin ettim. Bana iftira ediyorlar” diyerek yalan söylemiştir. Sin-kaflı küfrü sosyal medyada açıkça deşifre olunca yine aynı utanmazlıkla ve yüzü kızarmadan genel başkanından, halktan, partililerinden özür diledi. Şehit yakınlarından ve bütün bacılardan özür dileyeceğine sanki Meral Akşener’i sin-kaflamış gibi ondan özür diliyor. Resmen aklımızla dalga geçiyor. “Ahlakı da, edebi de, üslubu da bizden öğreneceksiniz” diyen Meralcığı da; “Ulan ben partiyi kurduğumuz günlerde size ‘ben sizin bacınızım’ diyerek yola çıktık. Şimdi kalkmış biri, benim bir bacı olduğumu unutarak şehidimizin bacısına sövmüş. Ha şehidin bacısına, ha bana sövmüş olan bu ahlaksızın partide yeri olamaz. Kesin ihraç talebiyle parti disiplin kuruluna sevk ediyoruz” diyeceği yere, bu olayın üstüne yazılarıyla ve sözleriyle gidenlere “pornocu ve yavşak” ifadelerini kullanarak ahlaksızına sahip çıkmıştır. Nasıl çıkmasın? Hulki Cevizoğlu’nun ifadesine göre seçim öncesi İYİ Partiye iki milyon vererek İzmit’ten adaylığını koydurmuştur. Yani partiyi fonlamıştır. Fonlanmış bir Genel Başkan da ağzı lağım çukuru olup etrafa pis kokular saçsa da paranın şımarttığı ahlaksızına sahip çıkmaya gebedir. 

Sosyal medyada bunun üzerine haklı olarak  “Türkkan istifaya” diye bir hashtag oluşturuldu Tepkiler her geçen dakika daha da artarken “Lütfü Türkkan İstifa” hashtagi Türkiye gündeminde ikinci sıraya kadar yükseldi. Şu paylaşımlar dikkat çekti:

Şehidin anasına bacısına çözmeye kalktığın o uçkurunu başına geçireceğiz. Bu millet namusunu yolda bulmadı. İstifa edeceksin!”

“Şehitler ve aileleri mukaddes emanetlerdir. Kendilerine saygı göstermek gerekir. Bunu yapmayıp bir de küfreden Lütfü istifa etmeli ve meclisten ihraç edilmelidir.”

“Gece bir özür(!) videosu çeken Lütfü Türkkan'ın özrü, kabahatinden büyük. İstifa etmeli.”

İşte ahlaksızlaşan ve yozlaşan politikadan kesitler bunlar.

Gerçekten insana hizmet etmeyi amaçlayan “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.  Halka hizmet, Hakk’a hizmettir” düsturundan ilhamını alan siyasette ise, halk da itirazlarını rahatça dile getirebilir ve siyasiler de buna fırsat ve imkân verir.  

Dört halife devrinden sonra, Emevilerle başlayan saltanat dönemine kadar, bizim toplumumuz açık bir toplum idi. İdareci olarak peygamberimiz ve dört halife, ashaba rahatça kendilerini ifade etme hakkını veriyordu. Çünkü ifade özgürlüğü, bir insan hakkı idi. Sahabe, gördüğü yanlışı, edebine uygun olarak düzeltiyor, kafasına yatmadıysa, doğrusunun ne olması gerektiğini ifade ediyordu. Bu imkânı ve medenî cesareti, o günün güzide idarecileri veriyordu. Azarlama ve toplumun dışına itmek yoktu. Tahammül, hoşgörü, sabır ve ikna etme prensiplerini işletiyorlardı. Bu konu ile ilgili olarak, gerek peygamberimiz, gerekse dört halifeyle ilgili birçok tarihi belge vardır. Konuyu uzatmamak için sadece birini burada naklederek, gayesi halka hizmet olan siyasi anlayışın nasıl işlediğinin bir fotoğrafını göstermek istiyoruz:

İran Seferi, Hazreti Ömer'in hilâfeti zamanında yapılmış ve bol miktarda ganimet elde edilmişti. Ganimetler arasında kıymetli kumaşlar da vardı. Harpten dönüldükten sonra kumaş ve diğer ganimetler ashap arasında dağıtılmış ve herkes hissesine düşeni almıştı.

Hz. Ömer, kendisininki ile oğlu Abdullah'ın hissesini birleştirerek üzerine bir hırka diktirdi.

Bir Cuma günü, üzerindeki yeni hırkasıyla minbere çıkıp:

-Ey Mü’minler! Beni dinleyin ve bana itaat edin! diye hutbe okumaya başladığı zaman, ashaptan Selman (r.a) ayağa kalktı ve:

-Üzerindeki elbisenin hesabını vermedikçe seni dinlemiyor ve sana itaat da etmiyoruz. Çünkü ganimetten bize düşenle bir elbise yapmak imkânsızdı. Sen nasıl oluyor da elbise olabilecek kumaş alabiliyorsun? dedi.

 Hazreti Ömer,  o sahabenin konuşmasını dinledikten sonra, oğlu Abdullah'a:

-Ey oğlum Abdullah, kalk da cevap ver, dedi. Abdullah bin Ömer, ayağa kalktı:

- Allah'a yemin ederim ki, babamın üzerindeki kumaşın yarısı benim hisseme düşen kumaştır. Babam ikimizinkini birleştirdikten sonra elbise yaptı, diyerek meseleyi izah etti.

Hz. Ömer'in oğlunu dinleyen Selman (r.a) ayağa kalkarak:

-Ya Ömer, şimdi konuş. Hem seni dinliyor ve hem de itaat ediyoruz, dedi. Hz. Ömer de ancak ondan sonra hutbesini okumaya devam etti.

İşte, gerçek siyasetin egemen olduğu ortamda, hiçbir iş, körü körüne yapılmıyordu. Denetlemek, itimada engel değildir. Çünkü halkın denetleme hakkı vardır. İdare makamındakiler, halk adına iş yaparlar. Halk asıl, idareciler onların vekilidir. Vekil, istendiğinde, asıla hesap vermek zorundadır.

İşte, Hz. Ömer’in o asil tutumundan; yanlış gördüğü bir durumun mahiyetini öğrenmek isteyen bir yönetilen kişi ve bu yanlış anlamayı ikna ederek düzelten saygılı bir yönetici fotoğrafı açığa çıkmaktadır. Bu fotoğraftan, günümüzün idarecilerinin, cemaat liderlerinin ve sade bir vatandaşın eleştirmesine sin-kaflı küfürler savuran politikacıların alacağı dersler vardır. Politikacılar, vatandaşlarına, endişelerini dile getirme imkânı vermelidirler. Her itirazı ve meramı, başkaldırı olarak görmemelidirler. Muhalif tavır ve fikirlere de açık olmalıdırlar. Çünkü insanlar tek tip değildir. Birbirlerinin çoğaltılmış fotokopileri hiç değildir.

Bizim siyasi geçmişimizde “Eğer doğru gidersem bana uyunuz, saparsam düşürünüz” diyen Hz. Ebu Bekir’imiz vardır. “İçinizden biri, doğrudan ayrıldığımı gördüğü zaman hemen davransın,” dediği zaman hazır olanlardan biri: “Allah adına söylüyorum ki, eğer sende bir sapma görürsek kılıcımızla düzeltiriz” dediğinde “Muhammed ümmeti içerisinde, Ömer’i kılıçla düzeltecek kimseler kılan Allah’a şükürler olsun” diyen; çocuklarını kucağına alıp onlarla hemhal olmadığını söyleyen valiyi “Çocuklarına merhameti olmayanın, vatandaşa hiç merhameti olmaz” diyerek görevden azleden Hz. Ömer’imiz vardır.

Bütün bu örnek davranışlar, tarihte yaşanmış bitmiş vakıalar olarak algılanmamalıdır. Bunlar İslam siyaset anlayışının ta kendisidir. Yöneticilerimiz, tarihin bu şeref levhalarını, hikâye gibi okuyup geçmeden, içlerine sindirmeli, özümsemeli ve bilinç haline getirerek uygulamalarına yansıtmalıdır. Çünkü yöneticilik makamı, efelenme makamı değil, hizmet makamıdır.

Sahi bu arada SP Genel Başkanı Temel reis, neden Lütfü’nün küfrüne hâlâ susuyor merak ediyoruz.                                  

Önceki ve Sonraki Yazılar
Musab Seyithan Arşivi