Özgürlük ve Sorumluluk
İnsan psikolojisinde, başarı ve iyiliklere sahip çıkma, başarısızlık ve kötülüklere sahip çıkmama, aksine faturayı, başkalarına çıkarma eğilimi vardır. Bu zihniyet biçimi, fertler için olduğu kadar, toplumlar için de geçerlidir. Sorumluluk makamında olan kişiler, kendi sorumluluklarından kaçmak için, faturayı başkalarına kesme kolaycılığına gitmemelidirler.
İslam Âleminin değişmez alışkanlıkları hâlâ devam ediyor. maalesef bizim dünyamızda âdil yönetim anlayışının bozulmaya, iktisadi ve siyasi ihtiraslar artmaya başlayınca özeleştiri yapılmaz. Düşman hep dışta aranır. İçeri ve kendine bakılmaz. Bu fırsatçı bir politika takip etme biçimidir.
İslam anlayışına göre herkes kendi konumuna göre Yüce Allah’ın huzurunda hesap verecektir. İster işçi, ister işveren, ister memur, ister âmir, ister köylü ister şehirli, iste yönetici ister yönetilen kim ve ne konumda olursak olalım ilahi hesaptan yakayı kurtaramayız. Dini bağlamda “sorumlu insan” anlayışına sahip olan bir inancın bireyleri, her an Yüce Allah’a hesap vermeyi öneren bir dindarlıktan yana tavır koymalıdırlar. Bilelim ki, İlâhi takdirin hükmü, sorumsuzca cereyan etmez. Sadece bu durum sosyal boyut açısından değil, inanç boyutu açısından da böyledir.
Eğer insanın içinde ‘ihtiyar/seçme özgürlüğü’ olmasaydı, insan iyiliği ve kötülüğü dileme eğilimine sahip olmazdı. Bu sebeple, ‘seçme özgürlüğü’ insanın içindedir ve ona İlahi kudret tarafından verilmiş bir ayrıcalıktır. Kelâmî bir bakış açısıyla söylemek gerekirse, insan inanç seçiminde özgür yaratılmıştır. Örneğin, insanın doğru yolu bulmasında iyiliğin sembolü melek ve insanın sapmasında kötülüğün sembolü şeytan, mutlak bir yaptırım ve tasarruf yetkisine sahip değildir. Her ikisi de insanın ihtiyarını harekete geçirmede sadece telkinde bulunur. Burada karar, yeryüzünün halifesi olan insana aittir. Çünkü sorumluluk yüklenmek bunu gerektirir. İnsan doğal olarak, evrensel değerler temelinde hayırlı olanı tercih etme yerine, irade özgürlüğüne bağlı olarak kötülük tarafını seçmişse, müeyyide planında sonuçlarına katlanacaktır. Çünkü Allah, kötülüğü hür iradesiyle tercih edeni cezalandıracağını ve iyiliği hür iradesiyle seçeni de ödüllendireceğini vaat etmiştir.(el-Zilzal, 99/7-8). Hesabın anlamlı olması bunu gerektirir.
Bilhassa, İslam düşünce tarihinde Hanefî-Mâtürîdî bilginleri, hiçbir zaman Allah-insan ilişkileri bağlamında insanın ihtiyarını, Allah’ın yaratma eylemi dışında değerlendirmemişlerdir. Elbette, her şeyi yaratan Allah’tır. İnsan, hangi eylemde bulunmayı seçerse, Allah onu, onda yaratır. Allah’ın hoşnutluğu, hayırdadır, şerde değil. Buna rağmen O, kullarının tercihine müdahale etmez. Kararı, insana bırakır. Çünkü insan yaptıklarından sorumlu tutulacaktır. Yoksa helâl ve haramın, sevap ve günahın, zulüm ve adâletin iyi ve kötünün anlamı olmazdı. Hele hele imtihanın hiç anlamı olmazdı.
İslam ilahiyatı, Yüce Allah’ın insanın eylemleriyle ilgili takdirini cebir içerisinde değerlendirmez. Eylemler, insanın isteği ve tercihi doğrultusunda yaratılır. İnsanın değeri, irade hürriyetine sahip oluşuyla açığa çıkar. Bu sebeple bizler İslam âleminin bir parçası olarak topyekûn bilgi, irade ve eylem yüklü irademizi gözden geçirmeliyiz. Başarısızlıkları dışarıda aramakla birlikte asıl iç bünyedeki yapısal durumumuzda da aramalıyız. Bunu yapmadığımız sürece, zihin sömürgeciliğinden kurtulamayacağız. Zihni sömürgeleşmiş bir milletin, bütün bir varlığı sömürgecilerin hizmetindedir.
O halde gelin bu makus kaderimizi değiştirelim. İşte o gün dünya, yeniden kurulacak ve yeni bir gün İslam’ın nuruyla yeniden aydınlanacaktır.