Özgün Varlıksızlaştırılmışlık
Dünyaya baktım, kazdım. Tırnaklarımın diplerinde hissettiğim acı neredeyse yoktu, “küçük” olarak nitelendirilen ellerim bu kadar basit durumları yaralanmak olarak değerlendirmezdi nihayetinde, büyüktüm, miniciktim. Kaçtım, aydınlıktan, onun insanlarından, varlığından; hepsinden her birine giden devamlılıklarından, en çokta umutlarından.
Aidiyetimin yoksunluğunu hissettiğim her nokta tetikledi korkumu, kaçtım. Var mıydım? Kendime olmasa da, noktanın uzantısında bulunma gerçeğinden soyutlanmak için adım adım, onlara var oldum. Kendi ellerimle kazdım. Anıların oluşturduğu bir benliği yıktım, geriye sardım yaşananları. Yavaşça, nasıl oluştuğumun farkındalığını kaybetmemeye çalışarak. Bir silah namlusuna gizlediğim senleri, enlerime gömdüm. Ters düştüğüm her başlık kazımın kenarlarında saç tellerim gibi dağınık, kollarımdakiler vücudumdaki tek ağırlık. Parçaları son kez birleştirme gücü çıktı ortaya o anda, beklenmedik ve hoş olmayan şekilde. Daha fazla düşünmek, tekrar düşünmek, yeniden düşünmek, düşünmeyi düşünmek. Kaldırılan kadehlerin ardına sığınmış masum ruhların günahını yüklenmenin ağırlığı hiç bu kadar kırmamıştı kanatlarımı şimdiye dek. Geceye o kadar kapılmak ki gündüzü görememek mi yapmıştı bunları bana? Anlamı yoktu, ne de olsa ne gerçekti ki? Ne gerçekliğe yönelikti?
Yokluktan ibaret mahlukatın tanımlamalarından daha öte olduğu netti. Ben yoktu, bu kazılanın ardından ne kadar doğru olduğu da ortaya çıkacaktı. Daha büyük bir hevesle, vahşileşmişçesine görülebilecek biçimde, akan kan damlalarına aldırmaksızın, hızlandım. Gömecektim, gömülecektim, yokluğum yüz üstüne çıkacaktı ki görünmeyecektim, nasıl aslında olmadığımı anlayan varlıkların şahit olduğu gibi hiçliğimin tanıkları yapacaktım inanmayanları. Yorumladığımın ancak hissetmediğimin, taklit ettiğimin ancak yaşamadığımın, kandırdığımın ancak güzelliği sunmadığımın, yok olduğumun ancak var sandırdığımın. Pişmanlık denince olmayan “ben” gelecekti akıllarına, yüzlercesinin oluşturduğu bir ne denli kurmacaydı anlayamayacaklardı, olmamışlığım efsanelerde gizem, lanetlerde kutsallaşacaktı. Kesinliği bilinmedik kırmızılıklarla döşeli derinliğe çekildim, ne denli hızda bilinmez, yazılmamış, kurulmamış.
Kapandı üzerimden geçipte karanlıklar, hiç olmamış görüntüm saklanmışçasına, üstte kalmamın fark edilmeyeceğini bilircesine.
Tholos karşımda, kaçınılmaz aydınlığın altında bir mabet ağacı. Başkalarından çalıntı bu hiçliğin ardında gözyaşı bırakması ne anlamsız, insanlar kendilerinden alınan parçaların birleştiği bariz hikayelere bu kadar bağlanır mı?