OYNAK SÜREÇ DİNAMİK PERFORMANS
Günümüz itibariyle dünya üzerinde ekonomi, siyasi, kültürel, sosyal aklımıza her ne konu ve alan geliyorsa, ‘dünyanın efendileri’ olarak kabul edilen ülkelerin salt kendi çıkarlarına göre yazdıkları senaryo gereği şekil verilmektedir. Bu senaryonun dışına çıkmayı ve kendi göbeğini artık kendi kesmeyi düşünen ülke veya ülkeler ise, demokrasi, insan hakları, evrensel hukuk normları adına “efendiler” tarafından hizaya getirilmektedir. Yakın dünya geçmişi bunun örnekleriyle doludur. ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın başını çektiği ve dünyaya nizam vermeye çalışan “efendi ülkelerin” uyduruk bahaneler öne sürerek sırf petrol, altın, elmas gibi emtia ürünlere ve doğal zenginliklere çökme amacı ile, Kızılderililerle ve Cezayir, Tunus, Yemen’de akıttıkları suçsuzun kanları daha kurumadı bile. Hele en son nükleer silah üretiyor yalanıyla Irak’a saldıran, binlerce masum kadın, çocuk, ihtiyarı öldürdükten yıllar sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi söz konusu ülkelerin, “pardon, yanılmışız” şeklindeki pişkince açıklamaları belleklerimizde tazeliğini korumaktadır. ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa gibi ülkelerin geçmişteki eylemleri, davranışları, diğer ülkelerle ilgili yaklaşımları ve görüşlerinin, içinde yaşadığımız 21. yüzyılın dünyasında, hiçbir değişme olmadığını maalesef ibretle takip etmekteyiz. Gelişme yolundaki ülkelerin daha güçlenip kendilerinin çizdiği yoldan çıkmaması için dünyanın efendi ülkeleri, ekonomik ve siyasi çıkarları gereği, sahip oldukları ekonomik gücün yanı sıra görsel ve yazılı iletişim araçlarını kullanıp dünya kamuoyunu arkalarına almaya çalışmakta, bunların da yetmediği durumlarda ise kartları açık oynamaktan çekinmemektedirler.
Gelişmekte olan veya fakir ama doğal kaynaklar bakımından zengin ülkelerde, gelişmiş ülkeler tarafından kabileler arası iç çatışma, kargaşa, kaos ortamı oluşturmak için önce din, etnik, mezhep gibi unsurlar kaşınarak, sivilce kan çıbanı haline getirilmektedir. Daha sonra da ortamın sakinleşmesi, barış, demokrasi yerleştirilmesi adına gelişmiş ülkeler sahne almakta, müdahale ettikleri bölgenin her türlü kaynağına el koymaktadırlar. Bu planın başarıya ulaşmadığı durumlarda, IMF, Dünya Bankası gibi küresel ölçekte faaliyetlerini sürdüren iktisadi kuruluşlarla, kendilerini bağımsız olarak nitelendiren uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları (Moody’s, Fitch, Standard &Poor’s) devreye sokulmaktadır. Yine bu efendi ülkeler, kendileri için çıkar sağlama potansiyeli olarak gördükleri ülkelerde yapılan seçimlere, referandumlara doğrudan müdahale etmekte bir sakınca görmemekte, sonuçların kendi istedikleri gibi çıkması için her türlü kumpasın içine girmekten geri durmamaktadırlar.
Fazla uzağa gitmeye hiç gerek yok sanırım, ülke olarak geçirdiğimiz 16 Nisan 2017 referandumu, yukarıda anlatmaya çalıştığım batılı ülkelerin gerçek niyetlerinin ne olduğunu tüm çıplaklığıyla net olarak, su götürmez bir şekilde ortaya koymuştur. Anayasa değişikliğiyle ilgili olarak yapılan referandumda, batılı ülkeler hiç de üzerlerine vazife olmadığı halde, sonucun “evet” çıkması durumunda kendilerinin Orta Doğu, Kuzey Irak, Suriye odaklı çıkarlarına Türkiye’nin sorun oluşturacağı düşüncesiyle, “hayır” çıkması için topraklarında illegal yapıların mitingleri ve toplantıları izin verilip desteklenirken, Türkiye Cumhuriyeti’nin bakanları ve milletvekillerini konuşmaları bir yana, ülkelerine bile sokulmadılar.
Gelişmiş ülkelerin diğer ülkelere karşı politikalarını ve yaklaşımlarını analiz edip düşündüğümüzde, özellikle gelişmekte olan ülkelerden olup da zengin doğal kaynaklara sahip olan yada jeopolitik açıdan kilit bir coğrafya üzerinde kurulu olan, Türkiye gibi, ülkelerin işinin çok daha zor olduğu anlaşılmaktadır. Hem gelişmekte olan ülkelerin taşıdığı enflasyon başta olmak üzere işsizlik, istikrarsız ve sürdürülemeyen büyüme, iç borç ve dış borçların yüksekliği, beşeri sermaye niteliğinin düşük olması, finansal sektörün ya gelişmemesi yada aşırı gelişip kriz riskini artırması gibi sorunların ve hem de, demokrasi, insan hakları gibi bahanelerle yapılacak müdahalelerin üstesinden gelmeyi başarma mecburiyetleri vardır. Dünyanın gelişmiş ülkeler tarafından kıskaca alındıktan sonra borsanın, dövizin, menkul ve gayrimenkul varlıkların kıymetlerindeki değerlerinin, kısaca yerel düzeydeki iktisadi verilerdeki volatilitenin yüksek veya düşük olmasının fazla bir önemi kalmamaktadır. Dışsal ve içsel dayatmalara karşı ülkelerin ayakta kalması ve girdaptan kurtulabilmelerinin yolu, her gelişmeye anında tepki verecek toplumsal birlikteliği sağlamak ve ekonomiyi reel üretim üzerine bina etmekten geçer.
Soru: Deflasyonist ortamda reeskont oranı artırılır mı? Neden?
Sözün Gözü: Kibirlenme boşuna, her nefesin bir de son nefesi var.