Osmanlı Mirası
Osmanlı gerçekten büyük bir medeniyetti. Öyle bir medeniyet ki, yıkılışından 100 yıl sonra bile dost özlemle, düşman ise kin ile anıyor. Bunun son örneğini de geçen gün Yeni Zelanda da gördük.
Terör eylemini gerçekleştiren caninin silahındaki yazıları, eminim çoğumuz görmüşüzdür. Yazının birçoğu Osmanlı Devleti, yani bizim ecdadımız ile ilgiliydi. Türk Milleti haçlılara öyle bir tokat atmış ki, üzerinden asırlar da geçse bu tokadın acısını hala unutamıyorlar.
Biz ne yaparsak yapalım, onların gözünde Osmanlıyız. Ancak biz, bunu hala idrak edemiyoruz. Yaşananları Kuran-i Kerim şöyle özetliyor:
“İşte siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz, halbuki onlar sizi sevmezler, siz kitap(lar)ın hepsine inanırsınız, onlarsa sizinle buluştukları zaman “inandık” derler. Baş başa kaldıkları zaman da kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: “kininizle geberin!”. Şüphesiz ki Allah göğüslerin (gönüllerin) özünü bilir.” (Al-i İmran, 2/119).
Batı medyasının ikiyüzlülüğü bizi artık şaşırtmıyor. Benzer olayı Müslüman Müslüman’a yapsa bile “İslami Terör” diye isimlendirdikleri halde, bunu Hıristiyan Müslüman’a yapınca saldırgan veya psikolojisi bozuk olarak nitelendiriyorlar. Madem teröristin dini, o dinin terör dini olduğuna delalet ediyor, o zaman da bu yapılana “Hıristiyan Terörü” mü diyeceğiz?!
Bu olay, terörün dini, milliyeti, dili olmadığının bir kez daha ispatlıyor. Terör terördür. Bu Müslüman olduğu kadar Hıristiyan, Yahudi, Budist hatta Ateist için de böyledir. Bizim dinimiz her türlü terörü lanetleyen bir dindir.
Her ne kadar yazıya bu konuyla başlasam da, yazımızın esas konusu Osmanlı Devleti’nin Tapu Tahrir Defterleridir. Osmanlı demek yazı medeniyeti demektir. Bu medeniyet öyle büyük bir şey ki, yüzyıllar öncesinde var olan boyunu, köyünü, obanı, aşiretini hatta dedeni bulabiliyorsun. Bununla da kalmayarak ailenin mal varlığını öğreniyorsun.
Osmanlı Devleti bir yeri fethettikten sonra, oraya vergi memurlarını gönderir ve o memurlar oradaki insanları boylarını, ailelerini hatta mal varlıklarına kadar kayıt altına alırlar. Daha sonra vergiler bu kayıtlara göre toplanır. Bu defterlere de Tapu Tahrir Defterleri denilir.
Geçenlerde elime benim de soyumun bağlı olduğu “Gence-Karabağ Eyaletinin Mufassal Defteri” diye bir kitap geçti. Kitapta 1724 yılındaki köyümü, boyumu, aşiretimi, hatta şeceremi de bildiğim için dedemi bile buldum. Bu defter sayesinde kendi soyumun Oğuzun Kızık boyunun Karasakal aşiretinden olduğunu öğrendim. Defterde köyümüzün mal varlığından tutun da, yaylağına kadar her şey yazılmış. Bu defterin orijinali hala İstanbul’da Devlet Arşivleri’nde muhafaza edilmektedir. Bunun Azerbaycan için önemi belki şimdi bilinmiyor ama o defterde 1724 yılı için Karabağ ve Gence bölgesinde var olan tüm köylerin ve orada yaşayanların isimleri var. Bu köylerden ise Ermeni köyleri neredeyse yok denilecek kadar az. Aynı durum bugünkü Ermenistan’ın tamamı için de geçerli. Defterde bu bölgelerin tamamının Azerbaycan Türklerine ait olduğu gösteriliyor.
Peki, ya sen Türkün evladı, dedelerinin bıraktığı bu paha biçilemez hazineden haberin var mı?! Bu defterler Osmanlı’nın bize bıraktığı en büyük mirastır belki ama, biz bunun ne kadar farkındayız?! Ecdat tarih yazmış evlat okumaktan aciz maalesef. Mehmet Akif Ersoy ne güzel özetliyor:
Ecdadını, zannetme, asırlarca uyurdu,
Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?